Uygulamamızı İndirin

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için uygulamamızı indirebilirsiniz.

Hemen İndir

17.12.2020

 

 

Değerli Basın Emekçileri;

 

Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 yılında kabul edilmesiyle, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü olarak ilan edilmiştir. Bugün Sözleşmenin kabul edilişinin 31. yılı kutlanmaktadır. Türkiye’de 1995 yılında yürürlüğe giren Sözleşme, Amerika dışında tüm dünya ülkelerinin kabul ettiği, en geniş katılımlı sözleşmedir. Bu sözleşme ile hüküm altına alınan çocuk haklarına taraf ülkelerce riayet edilmediği, hak ihlallerinin tüm dünyada olduğu gibi ne yazık ki Türkiye’de de artarak devam ettiğini görmekteyiz.

Tüm dünya genelinde yaşanan COVİD-19 VİRÜSÜ sebebiyle yaşanan karantina süreci koşullarında da çocukların uğradığı hak ihlallerinin giderek artmakta olduğunu bir kez daha gördük. Bunun karşısında devletin ve ilgili kurumların gerekli ve yeterli önlemleri alamadığını ve müdahale etmekte geciktiğini de belirtmek zorundayız.

Karantina sürecinde Lanzorate Sözleşmesi Komitesinin yayınladığı bildiride; Taraf Devletleri, çocuk haklarını Sözleşme’nin seviyesine çıkartmak için çocuk haklarını muhafaza etmeye davet etmektedir. Sözleşme, tüm çocukları korumak adına ve cinsel istismarı ve suistimali önlemek için, Taraf Devletlere, belirli önlemleri, daima ve her yerde alma sorumluluğunu yüklemektedir. Kuvvetlendirilen karantina önlemleri, çocukları, artan bir şekilde suistimal, ihmal, istismar ve şiddet riskiyle karşı karşıya bırakırken, yardım hatlarının ve acil hatlarının çocuklar tarafından bilinmesi ve aynı zamanda kamusal alanda da bilinir olması, azami derecede önem taşımaktadır. Bu yardım ve acil hatlarının, 24 saat boyunca ve aynı zamanda çevrimiçi platformlarda ulaşılabilir olması da çok önemlidir. COVID-19 salgınının, bu hizmetlerin, artan taleplere cevap verme kapasitelerini de etkilemesinden dolayı, hiçbir yardım çağrısını cevapsız bırakmamak adına, Taraf Devletler uygun insan kaynaklarına ve ekipmanlarına sahip olduklarını garanti altına almalıdırlar. Çocukların halen ulaşma haklarının bulunduğu, fiziksel ve psikolojik açıdan destek ve yardım hizmetlerinden, çocukları, çocuk-dostu yöntemlerle bilgilendirmeye ilişkin insiyatifler hakkındaki farkındalığa yeniden dikkat çekilmelidir. Bu husus, çevrimiçi kampanyaların başlatılması; ulusal seviyede çocuk cinsel istismarını ve cinsel suistimalini engellemeyi amaçlayan farkındalık arttırıcı materyallerin dağıtılması ve hali hazırda her bir Taraf Devlet’te var olan yardım hatlarına dikkati çekerek sağlanabilecektir. Yine komite, ulusal ve yerel düzeyde çocuk alanında çalışan örgütler ile işbirliği yapılmasını önermektedir. Olası bir karantina süreci gündemde iken bu sözleşmenin belirttiği yükümlülüklerin bir an önce yerine getirilmesi için ilgililere çağrıda bulunuyoruz.

Bir kez daha ifade etmekten çekinmediğimiz ve değişmediği müddetçe de ifade etmeye devam edeceğimiz üzere; Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin, azınlık çocuklarının eğitim, ifade özgürlüğü, kendi kültürünü yaşatma ve kendi dilini özgürce kullanma haklarını içeren 17, 29, ve 30. maddelerine koyduğu çekinceleri ivedilikle kaldırması gerektiğini vurgulamak isteriz. Çocukların düşünce özgürlüğü, bilgi edinme ve vicdan özgürlüğü hakları Türkiye’de ciddi biçimde kısıtlanmış durumdadır. Örneğin Freedom House son üç yıldır Türkiye’yi özgür bir ülke olarak nitelendirmemektedir. Economist Intelligence Unit’in demokrasi endeksi Türkiye’yi melez (hibrid) bir rejim olarak 110’uncu sıraya koymuştur. 163 ülkenin yer aldığı Küresel Barış Endeksinde ise Türkiye 152’nci sıradadır.

İfade özgürlüğü hakkı açısından bir başka kaygı konusu da çocukların kendilerini çevrimiçi olarak ifade etmelerinde caydırıcı rolü olan kimi sert yasaların yürürlükte olmasıdır. Adalet Bakanlığı’nın 2018 yılı rakamlarına göre TCK’nın Cumhurbaşkanına hakaretle ilgili 299. Maddesi kapsamında 168 çocuğa ceza davası açılmıştır (bu çocukların 46’sı 12-14 yaş grubundandır). Mahkemeler bu madde kapsamında 19 çocuk için mahkûmiyet kararı vermiştir. 2019 yılında bakanlık, bu tür davalarla birlikte protesto gösterisi, çocuk ticareti, fuhuş vb. gibi konularda verilen mahkûmiyet kararları hakkında detaylı bilgi vermeyi kesmiştir.

Kurmanci, Zazaca, Abazaca, Adigece ve Lazca gibi dillerle ilgili seçmeli dersler getirilmiş ve Milli Güvenlik dersleri müfredattan çıkarılmıştır. Bununla birlikte, ders kitaplarının insan hakları normlarına uygunluğuyla ilgili bir araştırma şu hususu ortaya koymaktadır: “…ders kitaplarında dini, dili ya da etnik kökeni farklı olan yurttaşları hala bir tehdit gibi gösteren ifadelerle söz edilmektedir…” Savaş, şehadet ve orduyla ilgili değerler müfredata yayılmış durumdadır. Öte taraftan getirilen bu seçmeli derslerle ilgili öğretmen ataması yeterince yapılmadığı gibi var olan üniversite ve enstitüler ise kapatılma tehdidi ile karşı karşıyadır.

Yine birçok çocuk anlamını dahi bilmediği ağır suçlamalar ile adli mekanizmalarla tanışmakta, karakollarda, sokaklarda, cezaevlerinde kolluk güçleri tarafından şiddette maruz kalarak, uzun süre sağlıksız cezaevlerinde tutuklu kalmaktadır. Tutuklama kararı verilirken bireyin çocuk olduğunun dikkate alınması, çocuklar için alternatif tedbirlerin değerlendirilmesi ve tutuklamanın son çare olması gerekmektedir. Aynı şekilde cezaevlerinde ebeveynleriyle kalan çocukların da eğitim-beslenme-sağlık hakları ihlal edilmekte, ayrı yatakları bulunmamakta, oyuncak ve gıdaya ulaşmakta sıkıntı yaşamaktadırlar.

 

Silahlı çatışmalarda, çocukların yaşama ve korunma haklarına ilişkin olarak, BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’nin 38.maddesine göre devletin çocukların yaşama hakkını teminat altına alma, silahlı çatışmalardan etkilenen çocuklara koruma ve bakım sağlamak üzere mümkün olan her türlü önlemi alma yükümlülüğü bulunmaktadır. Ancak bu yükümlülüklere rağmen ne yazık ki çatışmalı süreç, savaş ve mayın atıkları sebebiyle çocuklar hayatını kaybetmeye devam etmektedir. Yaşam hakkı ihlal edilen çocuklara yönelik soruşturmaların bağımsız bir biçimde yürütülmesi, tüm delillerin toplanması, soruşturma ve dava aşamalarında ölüm olaylarında hayatını kaybedenlerin yakınlarının hukuki süreçlere katılımının sağlanması ve soruşturmanın makul bir süre içinde sonlandırılmasının hukuk devleti olmanın olmazsa olmaz gereğidir.

Kamu görevlilerinin faili olduğu birçok çocuk ölümü cezasız kalmakta failleri adeta sistematik bir şekilde ödüllendirilip, yargılamaları cezasızlıkla sonuçlandırılmaktadır. Bugüne kadar kolluk güçleri tarafından öldürülen çocukların ölümü ile ilgili başlatılan bir çok soruşturma dosyasında kayda değer hiçbir ilerlemenin ve etkin soruşturmanın yapılmaması bu dosyalarında üstünün örtülüp, faillerinin cezasızlık zırhı ile korunduğunu gözler önüne sermektedir. Silopi'de evlerine giren panzer sonucunda yaşamını yitiren Muhammed ve Furkan Yıldırım kardeşlerin dosyasında sanık kamu görevlisi hakkında 19 bin TL para cezası verilmiştir. Bu bile cezasızlık politikasının açık bir örneğidir. Yine karantina sürecinde Nusaybin'de evinin önünde oyun oynayan bir çocuğun polisin tarafından ve Sur İlçesinde ise sokaktaki bir işçi çocuğun Zabıta ekipleri tarafından şiddete uğradıkları kamuoyuna yansımıştır. Bu kamu görevlilerinin soruşturma dosyalarında da henüz bir aşama kaydedilmemiştir.

2015 ile 2019 yılları arasında cinsel istismar ve saldırı olaylarının mağduru olarak emniyete intikal ettirilen çocuk sayısı 126.830’dur (110.019 kız, 16.811 erkek). Genel olarak bakıldığında ise 2015 ile 2019 yılları arasında emniyete (polis, jandarma) getirilen/gelen çocuk sayısı ise yaklaşık 2.5 milyondur. Bu çocuklardan 1 milyonu aşkını suç mağduru durumunda olanlardır. Çocuklara yönelik cinsel saldırıyla ilgili olup yargıya intikal eden durumlarda 2012 ile 2019 yılları arasında yaklaşık %30 artış olmuş, sayı 22.689’a yükselmiştir. Mahkûmiyet oranları ise %50’nin üzerindedir. Savcılık makamlarının önüne gelen 51.598 cinsel istismar ve saldırı vakasından yalnızca 20 bin kadarı mahkemeye intikal etmiştir. Çocuğa yönelik cinsel istismar ve saldırı olaylarının çoğunun mahkemelere intikal etmemesi ve faillerin de yargı önüne çıkarılmaması, cinsel istismar ve sömürü söz konusu olduğunda ortada ciddi bir cezasızlık durumu olduğunu göstermektedir.

Yine son zamanlarda özellikle bölgemizde sıkça görülmeye başlanan sosyal deney adı altında çocukların görüntü ve videolarının gizlice kayda alınıp sosyal medya platformlarında hakları ihlal edilerek paylaşılmaktadır. Burada çocukların özel hayatına saygı gösterilmemiş, kimlikleri belirlenebilir ve açık bir şekilde ihmal ve istismar edilmişlerdir. Sosyal medyada kontrolsüz şekilde kullanılabilecek bu görüntülerin bir an evvel kaldırılarak, kişiler hakkında bulunmuş olduğumuz suç duyuruları ivedilikle sonuçlandırılmalı ve çocuklardan özür dilenmesi gerekmektedir.  

Çocukların daha iyi bir yaşam sürdürmeleri için öncelikle başta siyasal iktidar olmak üzere tüm siyasilerin, partiler üstü bir anlayışla meseleye bakmaları ve çocukların maruz kaldığı sorunlara kalıcı politikalar üretmeye çalışmalıdırlar.

Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi olarak çocukların uğradığı her türlü ihlalin takipçisi olarak tüm siyasi erklere çocuk hak ihlalleri karşısında yükümlülüklerini hatırlatıyor, çocuk katılımlı politikaların geliştirilmesini, barış ortamının sağlanmasını ve bunun için gerekenleri ivedilikle yapmaya davet ediyoruz. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

 

Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi