Uygulamamızı İndirin

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için uygulamamızı indirebilirsiniz.

Hemen İndir

03.05.2020

 

Değerli Basın Emekçileri;

Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 yılında kabul edilmesiyle, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü olarak ilan edilmiştir. Bugün Sözleşmenin kabul edilişinin 30. yılı kutlanmaktadır. Türkiye’de 1995 yılında yürürlüğe giren Sözleşme, Amerika dışında tüm dünya ülkelerinin kabul ettiği, en geniş katılımlı sözleşmedir. Bu sözleşme ile hüküm altına alınan çocuk haklarına taraf ülkelerce riayet edilmediği,  hak ihlallerinin tüm dünyada olduğu gibi ne yazık ki Türkiye’de de artarak devam ettiğini görmekteyiz.

Bir kez daha ifade etmekten çekinmediğimiz ve değişmediği müddetçe de ifade etmeye devam edeceğimiz üzere; Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin, azınlık çocuklarının eğitim, ifade özgürlüğü, kendi kültürünü yaşatma ve kendi dilini özgürce kullanma haklarını içeren 17., 29. ve 30.maddelerine koyduğu çekincenin çocuğun ruhsal gelişimini ciddi oranda etkilediği bilinmektedir. Birçok etnik kültürden oluşan Türkiye’nin taraf ülke olarak bu çekinceleri halen kaldırmayışı, çocukların en başta mevcut eğitim sistemine uyumunu güçleştirmekte, okula uyum sorununun mental gerilik tanısı gibi gerçekçi olmayan yaklaşımlarla  azınlık çocukları eğitim dışına itilmektedir. Türkiye’nin Sözleşmeye koyduğu çekinceleri  ivedilikle kaldırması gerektiğini vurgulamak isteriz.

Hepinizin bildiği üzere Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin ilk paketi 24 Ekim 2019’da Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Paket, adalet sistemi ile temas eden çocuklar bakımından olumlu olarak değerlendirilebilecek adımlar içermekle birlikte, düzenlemelerin yeterli olmadığı görülmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 236. maddesine eklenen 4 ve 5. fıkralar ile daha önce Başbakanlık Genelgesi şeklinde düzenlenen Çocuk İzlem Merkezlerinin kanun kapsamına alınması çocuğun yargılama aşamalarında örselenmesini önleyecek önemli bir düzenleme ise de,  birtakım eksiklikler ihtiva etmektedir. 5. fıkrada, yalnızca TCK’nın 103/2. maddesinde düzenlenen nitelikli cinsel istismar suçundan mağdur olan çocukların soruşturma evresindeki beyanları, bunlara yönelik hizmet veren merkezlerde Cumhuriyet savcısının nezaretinde uzmanlar aracılığıyla alınacağı belirtilmiş olup, önemli bir adımdır. Ancak ÇİM’de ifadesi alınacak çocuklar kapsamında sadece TCK 103/2.maddesindeki suçtan mağdur olan çocukların sayılması, TCK 103/1 – 104 – 226 - 227.maddelerinde yer alan cinsel suçların mağduru olmuş çocukların ifadesinin özel ortamlarda ve uzmanlar eşliğinde alınmayacağı, bir diğer deyişle kanun koyucular tarafından; bu maddeler kapsamında  çocuğun psikolojik olarak etkilenmediği şeklinde kabul edemeyeceğimiz bir niyet ortaya konmuştur. Yine, TCK 104.maddesinde yer alan suçun mağduru çocukların ÇİM’de beyanlarının alınmayışı, erken yaşta evlendirilen çocukların özgür bir şekilde beyanda bulunamayacaklarını ve bu nedenle çocuk yaşta erken evliliklerin önlenemeyeceği neticesini doğuracaktır.

Yargı Reformu kapsamında, İkinci yargı paketinin içerisinde daha önce gündeme gelen ancak kamuoyundan yükselen tepkilerin ardından geri adım atılan, “çocuk ile cinsel istismar failinin arasındaki yaş farkının 10'un üzerinde olmaması ve evliliğin gerçekleşmesi halinde cezanın ertelenmesi” hükmünün de yer alacağı öne sürülmektedir. Bu düzenlemenin çocuk yaşta, erken ve zorla evlendirmelerin önünü açacağı, cinsel istismarı  meşrulaştıracağı açıktır. Siyasi erklere buradan çağrımızdır. Bu yönlü bir düzenlemenin çocuğun cinsel istismarını meşrulaştırmaktan öteye gitmeyecektir. Kamuoyunda 2016 yılında oluşan güçlü tepkimizi hatırlatarak, mevcut yasal değişikliğin ‘’Çocuğun Yüksek Yararı’’ düşünülerek, çocukla temas eden toplumun tüm katmanlarının görüşü alınarak bu doğrultuda yapılmasını önemle belirtmekteyiz.  

Tüm dünyada ve Türkiye özelinde de, erken yaşta evlendirilen, cinsel istismara maruz kalan ve fuhuşa itilen, yaşam hakları ihlal edilen, her yönü ile sömürülen çocuk işçilerin sayısının hızla artması bizleri endişelendirmektedir.

Köyden kente göç, yoksulluk, kalabalık, işsizlik, kimsesizlik gibi sebeplerle sokaklarda yaşayan, çalışan ya da dilenen çocuklar fiziksel ekonomik cinsel yada duygusal istismara maruz bırakılmaktadır. Bu çocukların sayısında artış göz önünde bulundurularak temel bir hak olan barınma hakkının sürekli olarak sağlanması konusunda çalışmaların artırılması gerekmektedir. Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına sokakta yaşayan çocukların tespiti ve barınması noktasında yasal  sorumluluğunu hatırlatmak isteriz.

Yine  birçok çocuk anlamını dahi bilmediği ağır suçlamalarla adli mekanizmalarla tanışmakta, tutuklanarak, karakollarda, sokaklarda, cezaevlerinde  kolluk güçleri tarafından şiddette maruz kalarak, uzun süre sağlıksız cezaevlerinde tutuklu kalmaktadır. Tutuklama kararı verilirken bireyin çocuk olduğunun dikkate alınması, çocuklar için alternatif tedbirlerin değerlendirilmesi ve tutuklamanın son çare olması gerekmektedir. Aynı şekilde cezaevlerinde ebeveynleriyle kalan çocukların da eğitim-beslenme-sağlık hakları ihlal edilmekte, ayrı yatakları bulunmamakta, oyuncak ve gıdaya ulaşmakta sıkıntı yaşamaktadırlar.  Hiçbir cezaevinin çocuğun gelişimi için uygun olmadığı ve annenin varlığının bu süreçteki önemi göz önüne alındığında cezaevinde çocuklarıyla birlikte kalan kişiler için denetimli serbestlik ve ev hapsi gibi uygulamaların tartışılması ve hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Silahlı çatışmalarda, çocukların yaşama ve korunma haklarına ilişkin olarak, BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’nin 38.maddesine göre devletin çocukların yaşama hakkını teminat altına alma, silahlı çatışmalardan etkilenen çocuklara koruma ve bakım sağlamak üzere mümkün olan her türlü önlemi alma yükümlülüğü bulunmaktadır. Ancak bu yükümlülüklere rağmen ne yazık ki çatışmalı süreç, savaş ve mayın atıkları sebebiyle çocuklar hayatını kaybetmeye devam etmektedir.  Yaşam hakkı ihlal edilen çocuklara yönelik soruşturmalar etkin bir biçimde yürütülmemekte, deliller toplanmamakta, hayatını kaybedenlerin yakınlarının hukuki süreçlere katılımı sağlanmamakta ve yargılamalar makul bir süre içinde sonlandırılmamaktadır.

Saydığımız tüm bu hak ihlalleri neticesinde; uluslararası sözleşmelere taraf olan ülkelerin, çocuk haklarını tanıması sadece kağıt üzerinde kaldığı, fiilen çaba harcanmadığı, sözleşmenin içselleştirilmediği görülmektedir.

Çocukların daha iyi bir yaşam sürdürmeleri için öncelikle başta siyasal iktidar olmak üzere tüm siyasilerin, partiler üstü bir anlayışla meseleye bakmaları ve çocukların maruz kaldığı sıkıntılara kalıcı politikalar üretmeye çalışmalıdırlar.

Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi olarak çocukların uğradığı fiziksel, cinsel, duygusal her türlü istismarın takipçisi olarak tüm siyasi erklere çocuk hak ihlalleri karşısında yükümlülüklerini hatırlatıyor, çocuk katılımlı politikaların geliştirilmesini,  barış ortamının sağlanmasını ve bunun için gerekenleri ivedilikle yapmaya davet ediyoruz. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.20.11.2019

 

Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi