Kullanıcı deneyiminizi artırmak için uygulamamızı indirebilirsiniz.
- Baromuz
- Merkezler & Komisyonlar
- Komisyonlar
- Merkezler
- Raporlar
- Duyurular
- Yayınlar
- Baro Bültenleri
- Diğer
- İletişim
25.11.2020
BASINA VE KAMUOYUNA
Değerli Basın Emekçileri
Bugün, insan haklarının en önemli ve en güncel sorunlarından biri olan kadına yönelik şiddetle mücadeleye dikkat çekmek için buradayız.
25 Kasım 1960 tarihinde, Dominik Cumhuriyeti’nde insan hakları ve demokrasi için mücadele eden 3 kız kardeşin vahşice öldürülmeleri olayı kadına yönelik şiddetle mücadelede bir sembol halini almıştır.
Birleşmiş Milletler 1999 yılında Mirabel Kardeşlerin anısına 25 Kasım tarihini “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Ve Dayanışma Günü” olarak ilan etmiştir.
Kadınların tarih boyunca verdikleri mücadele ile kadın hakları meselesi, ulusal ve uluslararası platformlara taşınmış ve kadınların kazanımları sözleşme ve yasalarla güvence altına alınmıştır.
Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) Türkiye’de 1986 yılında yürürlüğe girmiştir.
2014 yılında ise “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’de yürürlüğe girmiştir. İstanbul Sözleşmesi uluslararası hukukta, kadına yönelik şiddet konusunda yaptırım gücü olan ilk ve en kapsamlı sözleşme olma özelliğini taşımaktadır.
Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nin sorunsuz hayata geçirilebilmesi ve uygunluğun sağlanması için iç hukukta 8 Mart 2012 tarihinde 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” kabul edilmiştir. Bu kanunla şiddetin tanımı yapılmış, yasanın yararlanacaklar açısından kapsamı genişletilmiş, yasa kapsamında mülki amir ve kolluğa yetkiler verilmiş, yasada şiddeti ihbar etme hakkı, teknik takip olanağı ve zorlama hapsi gibi yeni müesseseler getirilmiştir.
Türkiye bu düzenlemeler ile kadına yönelik şiddetle mücadelede “şiddete sıfır tolerans” prensibi ile hareket edeceğinin sözünü vermiştir. Ancak kadın karşıtı politika izleyenlerin İstanbul Sözleşmesi’ni hedef göstermeleri, sözleşmeye karşı sanal mağduriyetler yaratarak karalama kampanyası yürütmeleri nedenleriyle kadına yönelik şiddetle mücadele sekteye uğramaktadır.
Ayrıca son dönemlerde nafaka hakkı ile ilgili yürütülen tartışmalar da yine kadınların kazanımlarına yönelik saldırıların devam ettiğini göstermektedir.
Adli ve idari mercilere yansıyan şiddet vakalarına baktığımızda, kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında yürürlükte bulunan yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesinde; ihlal ve ihmaller zincirinin kollukta başlayıp yargıya kadar uzandığı açıkça görülmektedir.
Kolluk güçlerinin başvuru süreçlerini etkin yürütmemeleri, arabulucu sıfatına bürünerek kadınlara telkinlerde bulunmaları, acil ve gerekli tedbirleri almamaları, verilen tedbir sürelerinin çok kısa olması; kadınların şikayetinin titizlikle soruşturulmaması kadınları korumasız bırakmakta, fail erkekleri ise cesaretlendirmektedir.
Hakim ve savcıların toplumsal cinsiyet eşitliği hakkında yeterli bilince sahip olmaması, faillere haksız tahrik ve iyi hal indirimlerinin uygulanması ve faillerin yeni suçlar işlemek üzere tahliye edilmeleri, aile içi şiddet dosyalarının uzlaştırma bürolarına gönderilmesi, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın davalara katılımının sınırlı ve usuli olması, tedbir kararlarında işlevsiz, kadını korumayan sürelere hükmedilmesi, kararların geç onaylanması ve tebliğde sorunların yaşanması, adli yardım taleplerinin reddedilmesi, kadın örgütlerinin ve baroların kadın merkezlerinin müdahillik taleplerinin reddedilmesi gibi yargı pratikleri ve bunların yanı sıra kadın hakları alanında çalışan aktivistlere yönelik gözaltı ve tutuklamalar da kadına yönelik şiddetle mücadeleyi engellemektedir.
BİANET’in 25 Kasım 2020 tarihinde açıkladığı ilk 11 aylık şiddet çetelesi verilerine göre; en az 253 kadın erkek şiddeti sonucu öldürüldü. En az 214 kadının ölümü basına şüpheli ölüm olarak yansıdı. Bu rakamlar yalnızca tespit edilebilen rakamlar olup, gerçek rakamlar ise çok daha vahim boyutlardadır.
Pandemi sürecinin başlaması ile birlikte kadına yönelik şiddet vakalarının sayısında geçtiğimiz yıllara göre artış meydana gelmiştir. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu tarafından yapılan açıklamada 9 Mart 2020 tarihi ile 7 Eylül 2020 tarihleri arasında acil yardım hatlarına 4.735 kadının başvurduğu kaydedilmiştir. Bununla beraber pek çok kadın pandemi sürecinde 155, 183 gibi acil hatlara ulaşamamış, dolayısıyla hukuki süreçler başlatılamamıştır. Pandemiyle beraber “evde kal” çağrısı en çok kadınları etkilemiş ve devlet bu olumsuzluklara karşın kadını korumaya yönelik etkili politikalar geliştirememiştir.
Kadınlar her gün evde, işte, okulda, sokakta, trafikte, karakolda, dijital platformlarda kısacası hayatın her alanında fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik veya dijital şiddete maruz kalmakta; daha çocuk yaşlardan itibaren en büyük şiddeti en yakınlarından; babalarından, eşlerinden, iş arkadaşlarından, hatta oğullarından görmektedirler.
Yine kadınlar boşanmak istedikleri için, barışmayı reddettikleri için, ilişkiyi reddettikleri için her gün vahşice öldürülmektedirler.
Yargı uygulayıcıları ise ancak ölüm veya ciddi yaralanmalar meydana geldiğinde fail hakkında tutuklama tedbirine başvurmaktadır. Şiddet olaylarında ise etkili ve caydırıcı önlemler alınmayarak adeta erkekler için cezasızlık politikası yürütülmektedir.
Kadınların tarihsel mücadelesi ile kazandıkları tüm haklara rağmen, kadına yönelik şiddetin artarak devam etmesinin nedeni toplumsal zihniyet dönüşümünün sağlanamamış olması ve şiddetin kaynağına odaklı çözümlerin geliştirilmemiş olmasıdır. Kadına yönelik şiddetin son bulması için temel çözüm yolu, yasalarda ve yaşamın her alanında eşitliğin hayata geçirilmesi, yasaların uygulanması ve mevcut toplumsal zihniyetin değiştirilmesidir. Bu bağlamda, devletin çok yönlü ve bütüncül politikalar üretmesinin yanında, bu mücadelenin toplumsal düzeyde, genele yayılarak, etkin ve istikrarlı bir biçimde yürütülmesi gerekmektedir.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü’nde kadına yönelik her türlü şiddetle mücadelede toplumun her kesimini dayanışmaya ve birlik olmaya davet ederek, şiddetin son bulduğu bir dünya ümidiyle eşit bir yaşamı savunuyor ve bu anlamda hukuksal mücadelemizi her gün güçlenerek devam ettireceğimizi basına ve kamuoyuna duyuruyoruz.
Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Danışma Ve Uygulama Merkezi