Uygulamamızı İndirin

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için uygulamamızı indirebilirsiniz.

Hemen İndir

12.09.2025

Küresel İnsani Krize, Otoriterleşmeye ve Savaş Tehditlerine Karşı İnsan Hakları Değerlerine Sahip Çıkıyor, İşkenceye Hayır Diyoruz!

Birleşmiş Milletler (BM) “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme” 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiştir. BM 1997 yılında bu günü “İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” olarak ilan etmiştir. Türkiye ise “İşkenceye Karşı Sözleşme”yi 1988 yılında kabul etmiş, Anayasa ve Ceza Kanunu’nda işkenceyi yasaklamıştır.

Türkiye’nin de altına imza attığı bu Sözleşme, insanın sahip olduğu onur ve değeri korumak için işkenceyi mutlak olarak yasaklar. Sözleşmenin 2. maddesinin 2. paragrafında bu durum şöyle ifade edilir: “Hiçbir istisnai durum, ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dâhili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez”.

Bu açık ve net belirlemeye karşın işkence, hâlen dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından toplumlara karşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak giderek artan biçimde kullanılmaktadır.

Maalesef ülkemizde de işkence ve diğer kötü muamele sadece askeri darbeler döneminde değil tüm Cumhuriyet tarihi boyunca sistematik bir devlet pratiği olarak varlığını korumuştur. Ancak günümüzde, insan hakları ve demokrasi değerlerini hem bir referans hem de denge ve denetleme sistemi olmaktan çıkaran, yarattığı kuralsızlık, keyfilik ve belirsizlik rejimi ile toplum üzerinde baskı ve kontrolünü her geçen gün daha da arttıran siyasal iktidarın icraatları sonucunda tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir.

Yıl boyunca, demokratik bir toplumun temelini oluşturan ve Anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini kullanmak isteyen kadınlar, LGBTİ+’lar, işçiler, öğrenciler, yaşam savunucuları, gasp edilen iradelerine sahip çıkmak isteyen seçmenler, siyasi partilerin, meslek örgütlerinin üye ve yöneticileri, insan hakları savunucuları, farklı dini cemaat ve gruplar, mülteci ve sığınmacılar bu zalimane kolluk şiddetine maruz kalmışlardır.

Özellikle 15 Şubat 2025 tarihinde Van Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım atanmasına, 19 Mart 2025 tarihinde ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın gözaltına alınıp tutuklanmasına yönelik protestolar sırasında ve sonrasında yaşanan ihlaller bu hakikatin son örneği olmuştur. Kolluk güçlerinin, evrensel hukukta ve ülke yasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen, kural dışı, denetlenmeyen, cezalandırılmayan, siyasal iktidar tarafından görmezden gelinen, hatta teşvik edilen bu şiddet sıradanlaşmış, gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiştir.

Türkiye’de hapishaneler, her dönem işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının yoğun olarak yaşandığı mekânlar olmuştur. Hapsetmenin doğası başlı başına acı veren travmatik bir süreçtir. Hapsedilen kişiler ayrıca bir cezalandırmaya tabi tutulamaz. Her şeyden önce hapishaneler aşırı kalabalıktır. Bunun yanı sıra mahpusların fiziksel ve psikolojik bütünlüklerinin ciddi şekilde zarar görmesine neden olan tek kişi ya da küçük grup izolasyonu uygulamaları ise işkence ve diğer kötü muamele niteliğinde bir cezalandırmadır. Hasta mahpusların, hastane sevklerinde çift kelepçe ve ağız içi araması uygulamaları ile hasta mahremiyetine uygun olmayan koşullarda mahpusların muayeneye zorlanması gibi uygulamalar işkence ve kötü muamele örnekleridir. Son dönemde mimari yapısı ve gündelik uygulama rejimi ile izolasyon koşullarını daha da ağırlaştıran S Tipi, Y Tipi ve Yüksek Güvenlikli yeni hapishanelerin açılması, bilhassa da Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) raporlarında da yer verildiği üzere İmralı Hapishanesinde uygulanan izolasyonun özel biçimi kabul edilemezdir. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış olan mahpusların bir gün salıverilme ihtimalinin, yani “umut hakkı” nın olmaması insan onuruna aykırı bir durumdur.

Anayasa başta olmak üzere hiçbir kural ve normla kendine sınırlandırmak istemeyen siyasal iktidar, uluslararası mekanizmaları, onların yaptığı eleştiri ve uyarıları dikkate almamakta, işkenceyi önlemeye yönelik iyileştirmeleri yapmamaktadır. Aksine, mevzuatta işkence yasağının mutlak niteliğine aykırı düzenleme ve değişiklikler yaparak cezasızlığı “güvence” altına almaya çalışmaktadır.

Dolayısıyla insan hakları savunuculuğunun bir gereği olarak yıllardır sabır ve ısrarla dile getirdiğimiz asgari talepleri siyasal iktidara bir kez daha hatırlatıyor ve ivedilikle gerçekleştirilmesini istiyoruz:

  • İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni, işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Her şeyden evvel cezasızlık politikalarına derhal son verilmelidir.
  • Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır.
  • Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
  • Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.
  • Mevcut Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) kaldırılmalı, BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye ek Protokol (OPCAT) ve BM Paris Prensiplerine uygun, tümüyle bağımsız yeni bir Ulusal Önleme Mekanizması (UÖM) oluşturulmalıdır.
  • İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan İstanbul Protokolü ilkelerine göre yapılmalıdır.
  • İşkenceye ilişkin iddialar İstanbul Protokolü ışığında hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.
  • Gerekçesi ne olursa olsun, insan onuruna yakışır şekilde gömülme ve insanların yakınlarını geleneklerine ve örf adetlerine uygun olarak, onurlu bir şekilde gömebilme hakkı ihlal edilmemelidir.
  • Tutuklu ve hükümlülerin fiziksel ve psikolojik bütünlüklerine ciddi şekilde zarar veren tek kişi ya da küçük grup izolasyonuna/tecritine dayalı hapishane rejimine son verilmelidir.
  • Hapishaneler insan hakları, sağlık ve hukuk örgütlerinin bağımsız denetimine açılmalıdır.
  • 14 Ağustos 2024 tarihli BM İşkenceye Karşı Komite’nin Türkiye’nin Beşinci Dönemsel Raporu’na İlişkin Sonuç Gözlemleri’nin 17. paragrafında yer verilen “Taraf Devlet; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan mahpusların makul bir süre sonra tahliye edilme veya cezalarında indirim yapılması olasılığına sahip olmalarını sağlamalıdır." tavsiyesinin gereği yerine getirilmelidir.
  • CPT raporlarının tümü açıklanmalı, başta CPT ve BM İşkenceye Kaşı Komite olmak üzere uluslararası insan hakları mekanizmalarının tüm tavsiyelerine uyulmalıdır.
  • Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulları’nı yürütmeye doğrudan bağımlı kılan, adeta bir mahkeme gibi hareket ederek yargı yetkisi kullanmasına yol açan tüm düzenlemeler iptal edilmelidir.

Ancak şunu da hatırlatmak isteriz ki, insanlık onuruna sahip çıkmak ve işkenceyi önlemek aynı zamanda tüm toplumun da sorumluluğudur. İnsan ve yurttaş olmak için, bizi toplum yapan müşterek bağı korumak için, işkencenin yol açtığı acıları görmek ve dayanışmayı büyütmek zorundayız.

İşkencesiz bir Türkiye ve dünyaya ulaşmayı amaçlayan kurumlar olarak, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm örtbas etme, korkutma, susturma çabalarına karşın, başlarına geleni kader olarak kabul etmeyip, yüksek sesle haykırabilmeleri için işkence görenlerin her koşulda yanında olmaya; maruz kaldıkları işkenceyi belgeleyip raporlamaya; fiziksel ve ruhsal onarım süreçlerine destek vermeye; adalete erişimlerine yardımcı olmaya; yaşadıkları acıların bir daha asla tekrarlanmaması için cezasızlıkla mücadele etmeye devam edeceğiz.

 

Diyarbakır Barosu

Diyarbakır Tabip Odası

İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği Amed Şubesi

Rosa Kadın Derneği

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Amed Şubesi

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilciliği