Kullanıcı deneyiminizi artırmak için uygulamamızı indirebilirsiniz.
- Baromuz
- Merkezler & Komisyonlar
- Komisyonlar
- Merkezler
- Raporlar
- Duyurular
- Yayınlar
- Baro Bültenleri
- Diğer
- İletişim
26.06.2016
İŞKENCE İNSANLIK SUÇUDUR!
26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü kapsamında Koşuyolu Parkı İnsan Hakları Anıtı önünde; Diyarbakır Barosu, İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi (İhd), Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilciliği (TİHV), Diyarbakır Tabip Odası, Ses Diyarbakır Şubesi'nce ortak bir basın açıklaması yapıldı.
Baromuzu temsilen açıklamaya katılan Diyarbakır Barosu Genel Sekreteri Av. Abdullah ÇAĞER ve Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulu üyesi Av. Kutbettin ODABAŞI açıklamadan sonra diğer sivil toplum kuruluşlarıyla ortak hazırlanan "İşkenceye Hayır" konulu broşürleri Koşuyolu parkında bulunan vatandaşlara dağıttı.
İŞKENCE İNSANLIK SUÇUDUR!
26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü
Birleşmiş Milletler uzun yıllar süren hazırlık çalışmaları ve tartışmalar sonucunda 1984 yılında “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme”yi kabul etmiş, Sözleşme yeterli sayıda devlet tarafından imzalanmasından sonra 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiş, on yıl sonra 1997 yılında BM Genel Kurulu, sözleşmenin taşıdığı önem nedeniyle 26 Haziran’ı işkence görenlerle dayanışma günü olarak ilan etmiştir.
İşkence görenlerle dayanışma gününde, Türkiye’de insan hakları ve özellikle işkence ile mücadelede önemli emekleri bulunan, ömrünü adeta bu alanda mücadeleye adayan ve bu yolda tutuklanan değerli mücadele arkadaşımız Şebnem Korur Fincancı ve arkadaşlarını anarak ve çalışmalarına kaldıkları yerden devam edeceğimizi belirterek başlamak isteriz.
İşkence ve kötü muamele uluslararası belgeler, bildirgeler ve anlaşmalarda ve iç hukukta mutlak olarak yasaktır. Fakat ne yazık ki dünyada birçok ülkede de olduğu gibi Türkiye’de de işkence ve kötü muamele yasağı halen ihlal edilmektedir. Sistem içindeki tüm kurumlar ve işleyiş, işkence pratiğinin idari olarak varlığına, gelişmesine ve uygulayıcılarının korunmasına hizmet etmektedir. İşkencenin önlenmesi, yasaklanması ve insanlık suçu sayılmasında ne yazık ki, başarı sağlanamamıştır. İşkence aletleri halen yaygın bir şekilde üretilmekte ve kullanılmaktadır. Yeni işkence yöntemleri yaratılmakta ve giderek kapalı mekanlardan açık alanlara çıkan işkence uygulamaları, kentlerin abluka altına alarak sokağa çıkma yasakları adı altında Kürt kentlerinde yaşayanların tamamına uygulanmaktadır. Egemenler açısından sistemi korumanın yolu şiddet ve işkence uygulamalarıdır. Sistem varlığını yeniden ürettiği itaat, itiraf ve sindirme araçları ve yöntemleri ile sağlamaktadır.
Yasal Mevzuatta Yeni Düzenlemeler Ve İşkencenin Korunması
2015 yılı ve 2016 nın ilk yarısında, insan hak ve özgürlükleri açısından akıl almaz bir geri gidiş süreci yaşanmıştır. Bir önceki yılları dahi aratan polis, jandarma, militer ve paramiliter güçlerin pervasızca yetkilerinin arttırıldığı bir dönem olmuştur. Bu dönemin baskın, belirleyici özelliği olarak Kürt sorunundaki çatışmasızlık sürecinin durdurulması ile beraber birçok kişinin sokağa çıkma yasakları altındaki şehirlerde hayatlarını kaybettiği ve/veya yaralandığı, gösteri ve yürüyüş haklarını kullanmak isteyenlerin işkence ve kötü muameleye varan polis şiddetine maruz kaldığı, ifade ve düşünce özgürlüklerinin her geçen gün daha da sınırlandığı ve muhalif olan tüm seslerin şiddet ve zorbalıkla bastırıldığı, toplum içerisinde de muhalif gruplara yönelik ayrımcı ve nefret tutumlarının yerleştirilmeye çalışıldığı yeni bir olağanüstü hal dönemine girildiğini söyleyebiliriz. Yaşanılan; otoriter siyasi iktidar varlığının gün geçtikçe güçlü ve kalıcı bir hal aldığı ve bu nedenle evrensel insan hakları değerlerinin yaşamsal bir tehlike ile karşı karşıya olduğu gerçeğidir.
Yasal mevzuatta hızlıca yapılan değişiklikler işkence ve kötü muamele yasağı da dâhil olmak üzere insan hak ve özgürlükleri açısından büyük bir tehlike oluşturmuştur.
Özgürlüklerin sınırlandırılması, muhalefet gruplarına baskı uygulanması, polisin yetkilerinin arttırılması ve hatta hukukun üstünlüğü ilkesinin neredeyse ortadan kaldırılmasına yönelik en temel adımlardan biri İç Güvenlik Yasası olarak anılan Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun yürürlüğe girmesi oldu. 4 Nisan 2015 tarihinde yürürlüğe giren söz konusu kanun işkence ve kötü muamele yasağı açısında da oldukça kaygı vericidir.
Yapılan bu düzenlemelerle birlikte kişi dokunulmazlığı, konut ve işyeri dokunulmazlığı, malvarlığı dokunulmazlığı, iletişim ve ifade özgürlüğü, adil yargılanma ve savunma hakkı ortadan kaldırılırken, kolluk güçlerine tanınan sınırsız diyebileceğimiz yetkiler, başta yaşam hakkı olmak üzere kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı açısından ciddi tehlike oluşturmaktadır.
Son yasal değişiklikler ve uygulamalardan sonra, kişilere yönelik işkence ve diğer kötü muamele uygulama mekanlarının (sokak, açık alan, polis kordonu, polis aracı, kayıt öncesi aşamada gözaltı yerleri, “resmi gözaltı” yerleri dışında) genişlediği ve araçlarının (kelepçe, tazyikli (basınçlı) soğuk su, cop, biber gazı ve göz yaşartıcı kimyasallar, kanister ve gaz bombası, plastik/ kauçuk mermi, ateşli silahlar) geliştirildiği gözlenmiştir.
BU SÜREÇTE İNSAN HAKLARI KURUMLARINA YAPILAN BAŞVURULAR
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na (TİHV) 2015 yılında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 597 kişi başvurmuştur. Başvuranların 371’i aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir. 2016 yılının ilk beş ayında ise işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 210 kişi başvurmuştur.
İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) yapılan başvuru ve araştırmalar sonucunda 2015 yılında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde gözaltında, gözaltı yerleri dışında, cezaevlerinde, korucular tarafından, toplumsal gösterilerde ve özel güvenlik görevlileri tarafından işkence gördüğünü belirten 379 kişi tespit edilebilmiştir. 2016 yılının ilk üç ayında ise gözaltında, gözaltı yerleri dışında, cezaevlerinde, korucular tarafından, toplumsal gösterilerde ve özel güvenlik görevlileri tarafından işkence gördüğünü belirten 224 kişi belirlenmiştir.
Hapishanelerde İşkence Ve Tecrit Uygulamaları Devam Ediyor
Gözaltı merkezlerinin yanı sıra işkence ve kötü muamele uygulamaları cezaevlerinde de devam etti. 2015 yılında da tutuklulara fiziksel ve psikolojik şiddet uygulanmasının yanı sıra, hastanelerin fiziksel koşulları, sağlık imkanlarına erişimin kısıtlanması, hijyen ve beslenme sorunu, hücre cezaları, küçük grup izolasyonları tutukluların fiziksel ve psikolojik bütünlüklerinin ciddi şekilde zarar görmesine neden oldu. Hasta mahpusların durumunda hiçbir iyileşme yaşanmadığı gibi, hasta mahpus sayısında ve hapishanede yaşamını yitirenlerin sayısında önemli bir artış yaşandı.
Cinsel İşkence Devam Ediyor
2015 yılında cinsel işkence vakalarında da önemli artış yaşandı. Bu dönemde yaşanan bir kısım işkence vakasını hatırlatmak gerekirse; Muş Varto ilçesinde Kevser Ertürk’ün işkence edilerek katledilmiş bedeninin teşhir edilmesi, iki kadının Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü’nde cinsel işkenceye maruz kalmaları Erzurum Atatürk üniversitesinde gözaltına alınan bir kadının emniyette iç çamaşırlarına kadar soyulduktan sonra işkenceye maruz kalması; Diyarbakır’da 6 Eylül’de gözaltına alınan bir kadının Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınan kadınlara sistematik işkence uygulandığına dair mektubu ve 8 Kasım’da Diyarbakır Bismil’de gözaltına alınan bir kadının cinsel işkenceye maruz kalması.
Diyarbakır ilinde farklı tarihlerde göz altına alınan şahısların cinsel işkenceye, tacize ve çıplak aramaya maruz kalmalarına ilişkin ve Diyarbakır D Tipi Ceza İnfaz Kurumunda aralarında çocukların da bulunduğu tutuklu ve hükümlülere yönelik çıplak arama uygulamasına ilişkin Diyarbakır İHD Şubesine yapılan başvurular bir bütün olarak cinsel işkence uygulamasında artış yaşandığını göstermektedir.
Cezasızlık Kültürü Devam Etti
İşkence ve kötü muamele uygulamasında bulunmuş görevliler hakkında etkin, hızlı ve tarafsız soruşturmalar yürütülmemekte ve yapılanlar adeta görmezden gelinmektedir. İşkence ve kötü muamele suçunu görmezden gelerek cezasızlık kültürünü devam ettirme eğilimini özellikle hâkim ve savcıların yaklaşım ve kararlarında da gözlemlemek mümkündür
Yeniden Çatışma Ortamı
2015 yılı içerisinde Temmuz ayından itibaren çatışmasızlığın durdurulmasından sonra yaşanılanlar nedeniyle 198 güvenlik gücü, 414 militan ve 222 sivil olmak üzere toplam 834 kişi hayatını kaybetti. Ne yazık ki hayatını kaybeden siviller arasında Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi ve TİHV Cizre Referans Merkezi gönüllüsü Abdülaziz Yural’da yer almaktadır. AB 2015 Türkiye İlerleme raporunda da belirtildiği gibi, şiddetin giderek artması insan hakları ihlallerine yönelik ciddi kaygıları da beraberinde getirdi.
Çatışmanın yeniden başlaması kendi başına insan hak ve özgürlükleri açısından kaygı verici sonuçlara neden olsa da bu dönem itibari ile devlet son derece korkutucu bir yöntem daha uygulamaya başladı. Kürt kentleri ve ilçelerinde süresiz ve gün boyu uygulanan sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Sokağa çıkma yasakları 16 Ağustos tarihi itibari ile hiçbir yasal dayanağı olmadan süresiz ve gün boyu olarak uygulanmaya başlandı. Sokağa çıkma yasağının ilk ilan edildiği tarih olan 16 Ağustos 2015 ile 20 Nisan 2016 tarihleri arasında en az 338 sivil (78’i kadın, 69’u çocuk, 30’u 60 yaş üstü) sadece resmi sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş zaman dilimleri içerisinde ilgili çatışma ortamlarında yaşamlarını yitirdi. Ayrıca, bu verilere dahil edilmeyen Cizre’de en az 78 cenaze ve İdil’den en az 15 cenaze kimlik teşhisi yapılmadan defnedildi.
İdari bir uygulama olan sokağa çıkma yasakları sürecinde yaşam hakkı ve işkence yasağı başta olmak üzere güvenlik hakkı, özel hayata ve aile hayatına saygı, seyahat özgürlüğü, mahkemeye erişim hakkı, sağlık ve eğitim hakları sürekli ihlal edildi. Tutuklamalar ve gözaltı olaylarında hiçbir hukuki kriter kalmadı ve düşman hukuk yaklaşımı devam etti. İşkence uygulama alanları işgal altındaki kentin tüm sokakları yaşam alanları, okul ve hastane binaları, hemen hemen her yer oldu. Sokağa çıkma yasakları esnasında son derece korkunç işkence ve kötü muamele uygulamaları ile karşılaşıldığına dair haber ve duyumlar her geçen gün arttı. Bu dönem cenazelere yönelik işkence ve insanlık dışı uygulamalarda da büyük artış yaşandı.
Sonuç Olarak: Ayrımcılığın, baskının, nefret dilinin ve kamu güvenliğini yücelten uygulamaların artması otoriter devletin giderek kökleşmesine neden olmaktadır. Böylesi bir ortamda da işkence ve kötü muamele dahil olmak üzere insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesi şaşırtıcı olmaktan çıkarak ne yazık ki kanıksanmaktadır. İşkence ve kötü muamele uygulamalarının temelde ayrımcılık, nefret, baskı ve kaosa dayandığını söyleyebiliriz. Bu nedenle işkence ve kötü muamele uygulamalarının takip eden yıllarda da artarak devam edeceğine dair kaygılarımız mevcuttur.
Bu nedenlerle de BM İşkence Karşıtı Komite’nin 13 Mayıs 2016 tarihinde yayınladığı Türkiye hakkındaki Sonuç Gözlem Raporu da aynı kaygı verici durumu gözler önüne sermiştir. Komite, Türkiye’de cezasızlık sorununun hakim olduğunu ifade etmiş ve işkence suçlarında ve ağır insan hakları ihlallerinde zamanaşımı uygulaması, AİHM kararlarının uygulanmaması, işkence görenlere karşıt suçlamalar getirilerek insanların yıldırılmaya çalışılması cezasızlık yönünden süreklilik arz eden uygulamalar olarak tespit edilmiştir. Resmi olan ve resmi olmayan alıkonulma yerlerindeki işkence uygulamalarındaki artış konusunda da kaygısını dile getiren Komite, özel olarak kolluk kuvvetlerinin güç kullanımında açıkça dramatik artış olduğuna dikkat çekmiştir. Özellikle sokağa çıkma yasağı uygulamasının kendisinin tüm toplumun temel ihtiyaçlarına erişimine engel olunması nedeniyle bir kötü muamele biçimi olacağı dahası alıkonulan kişilerin işkenceye maruz kalmasının kabul edilemez olduğu, yargısız infaz iddiaları yönünden sokağa çıkma yasaklarının ağır ihlal yarattığı açıkça ortaya konmuş ve Devlet acil olarak bu yönde önlem almaya çağrılmıştır. İşkencenin önlenmesi açısından kurumsal yapılanmasını gerçekleştirmemesi, işkence eylemlerini etkili bir şekilde soruşturmaması, alıkonma koşulları yönünden ihlalleri önlemek ve ortadan kaldırmak konusunda sistematik bir politikasının olmaması, işkence görenlere sağlanması gereken haklar yönünden gerçekçi bir uygulamaya sahip olmaması Türkiye’nin işkence ile mücadele yönünden durumunu ortaya koymuştur.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ DİYARBAKIR ŞUBESİ (İHD)
TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI DİYARBAKIR TEMSİLCİLİĞİ(TİHV)
DİYARBAKIR BAROSU
DİYARBAKIR TABİP ODASI
SES DİYARBAKIR ŞUBESİ