Uygulamamızı İndirin

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için uygulamamızı indirebilirsiniz.

Hemen İndir
Hukuk Güvenliği Yoksa Adalet De Yoktur!

05.09.2017

Hukuk Güvenliği Yoksa Adalet De Yoktur!

05.09.2017

 

Değerli basın emekçileri;

Saygıdeğer meslektaşlarım,

Yeni Adli yıl açılışı nedeniyle sizlere hitap ederken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yeni Adli yılın, insan haklarına, kişi güvenliğine ve hukukun üstünlüğüne saygının tam olarak sağlandığı, adaletsizliklerin artık son bulduğu bir yıl olmasını umut ediyoruz. 1 Eylül Dünya Barış Gününün hemen ardına denk gelen Yeni Adli Yılın, ekmek ve su kadar ihtiyaç duyduğumuz barışa ve huzura vesile olmasını diliyoruz.

Bu temenniler ile birlikte Diyarbakır Barosu olarak yeni adli yılda en büyük beklentimiz Tahir ELÇİ cinayetinin faillerinin bulunarak yargı önüne çıkarılmasıdır.

Değerli Baro Başkanımız Tahir Elçi’nin onlarca kamera önünde katledilmesinden bugüne iki yıla yakın bir süre geçti. Başta Hükümet olmak üzere, yetkililerce kamuoyuna ve tarafımıza devlet adına  söz verilmesine rağmen, verilen sözlerinin esamesinin dahi okunmadığını ve soruşturma dosyasında elle tutulur bir ilerlemenin sağlanamadığını hatırlatmak durumundayız. Çünkü soruşturma dosyasında henüz tek bir kişinin dahi şüpheli sıfatıyla sorgulanmadığını üzülerek ifade etmek isteriz. Başta kederli ailesi olmak üzere, baromuzu ve kamuoyunu tatmin edici, somut adımların atılması gerekmektedir. Aksi takdirde kamuoyu, cinayetin aydınlatılmamasının sorumlusu olarak hükümeti ve soruşturma makamlarını görecektir.

15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi;siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, meslek odaları ve toplumun diğer bütün kesimlerinim sağduyusu ve karşı duruşuyla,ağır bedeller ödenerek birlikte önlenmiştir. Darbe girişimi sonrasında toplumun demokrasi beklentileri haklı olarak yükselmiştir. Sürekli olarak belirttiğimiz üzere, toplumun talebi ve darbelerin panzehiri daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlüktür. Ancak Hükümet,toplumun giderek arttan özgürlük ve demokrasi taleplerinin aksine daha ağır siyasal ve toplumsal sorunları ortaya çıkaran uygulamalara başvurmuştur.

Nitekim darbe girişiminin önlenmesinden hemen sonra ülkede OHAL ilanı, OHAL Yasası dayanak gösterilerek çıkarılan KHK’ler ile TBMM devre dışı bırakılmıştır. Değil Uluslararası sözleşmelere, Anayasaya hatta OHAL Yasasına bile aykırı  bu KHK’ler ile başlatılan ve halen de devam eden toplu ihraçlar, muhalif basın yayın kuruluşlarının, dernek ve vakıfların kapatılması, malvarlıklarına el konulması, belediyelere kayyım atamaları ve yine seçilmiş belediye başkanlarının, milletvekillerinin, siyasetçilerin tutuklanması gibi antidemokratik uygulamalar toplumda ayrışmaya, toplumsal sorunların daha da derinleşmesine yol açarak devlet-yurttaş ilişkilerinde güvensizlik gibi yeni sorun alanları yaratmıştır.

 

1980 darbesi sonrası çıkarılan 1402 sayılı yasa ile görevine son verilen kamu görevlisi sayısı 4891 iken son bir yılda KHK'ler ile kamudan ihraç edilenlerin sayısı 120.000'ne dayanmıştır. İhraçlar devam ederken, ihraç edilmeyen bazı kamu personelleri sürgünlerle cezalandırılmaktadır. İhraç ve sürgünlerin yarattığı bu atmosfer ile milyonlarca kamu görevlisi her an ihraç veya sürgün edilme  kaygısıyla yaşamaya mecbur bırakılmaktadır. Yargının söz konusu ihraç ve sürgünlere ilişkin tutumu ise ne yazık ki,  hukuk güvenliği başta olmak üzere adalete olan inancı ortadan kaldırır niteliktedir. 

Herkesçe hatırlanacağı üzere; Sayın Başbakan, OHAL ilanı ve çıkarılan KHK’lere yönelik yapılan haklı endişe ve eleştirilere vermiş olduğu cevapta, darbe girişiminde bulunanlara karşı ve darbe koşullarının ortadan kaldırılması için OHAL ilanını zaruri gördüklerini, toplumun endişeye kapılmamasını ve “Devlet, millete değil kendisine OHAL ilan etmiştir.” şeklinde savunmuştur. Ne yazık ki gelinen noktada, çıkarılan KHK’lerin ve devam eden uygulamaların darbe teşebbüsünde bulunanlara karşı mücadelenin ötesinde, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan, toplumun muhalif kesimlerine yönelik sindirme ve baskıyı amaçlayan anti demokratik uygulamalara dönüştüğünü görmekteyiz. Diyarbakır Barosu olarak  demokratik kazanımları askıya alan OHAL'in derhal sonlandırılmasını, KHK'ler ile yapılan yasal düzenlemelerden dönülmesini ve TBMM'nin yeniden işlevsel kılınmasını talep ediyoruz. 

 

1994 yılında DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp tutuklanması yoluyla demokratik siyasete yapılan antidemokratik müdahalelerin, toplumu sürüklediği şiddet sarmalını defaatle hatırlatmamıza rağmen siyasal iktidar, Anayasaya aykırı olarak, geçmişteki deneyimleri de hiçe sayarak,  Kürt meselesinin demokratik ve sivil siyasetle çözümü noktasındaki yolu tıkamayı seçmiştir. Önceki deneyimin de gösterdiği gibi bu uygulama ve pratiklerin topluma faturası ağır olmaktadır. Parlamentodaki üçüncü büyük parti konumunda olan ve 6 milyonun üzerinde yurttaşın oyunu almış Halkların Demokrasi Partisi Eş Genel Başkanları, milletvekillerinin ve belediye başkanlarının tutuklanmasıyla siyaset yapma hakkı engellenmekle birlikte siyasal iktidarın ısrarla vurguladığı ''millet iradesi''ne darbe vurulmuştur. 

Diyarbakır Barosu olarak tüm bu uygulamaları  demokratik kazanımları ortadan kaldırıcı, demokratik siyaset alanını daraltıcı ve sivil siyaseti işlevsizleştirici uygulamalar olarak görmekteyiz. Sivil siyaset kanallarının kapatılmasının, TBMM’nin işlevsizleştirilmesinin, Kürt Meselesinin şiddet sarmalına itilmesinin, yerel yönetici ve siyasetçilerin tutuklanmasının, basın ve düşünce özgürlüğünü ortadan kaldırıcı uygulamaların sorunları daha da büyütüp toplumsal ayrışma ve kutuplaşmaya sebebiyet vereceğini bir kez daha dile getirmek isteriz. Sorunların çözümünü siyasal zeminden uzaklaştırıp adli mercilere ve kolluk birimlerine havale edilmesini “yöntem olarak” doğru bulmamaktayız.

Uzunca tarihsel geçmişe sahip olan, 30 yılı aşkın süredir çatışmalarla geçmiş, 40.000'in  üzerinde insanımızın yaşamını yitirdiği bir dönemden sonra, 2013 yılında büyük umutlarla ve toplumsal destekle başlatılan Kürt Meselesinin çözümü süreciyle beraber çatışmalar ve ölümler son bulmuştur. Anılan süreç, toplumun beklentilerinin aksine kalıcı barışla taçlanacak nihai sonuca dönüştürülememiş ve toplumsal barış tesis edilememiştir. Bilakis 2015 yılının Temmuz ayı itibariyle de yeni bir çatışmalı sürecin içerisine girilmiştir.  Gelinen noktada Diyarbakır Barosu, ölümlerin son bulmasını ve artık katlanılamaz bir dereceye gelen bu çatışmalı sürecin sona erdirilmesini talep etmektedir. Bu talebimizi her hal ve  şartta dile getirmeye devam edeceğiz.  

Değerli Basın Emekçileri;

Demokratik ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir toplumda, bireyin ve toplumun en temel güvencesi, bağımsız ve tarafsız yargıdır. Cumhuriyetle yaşıt olan yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığısorunu katmerlenerek büyümeye devam etmektedir. Geride bıraktığımız iki yıl içerisinde yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlenmesi bir yana, yargının içinde olduğu içler acısı durum, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış, yurttaşlarınyargıya güvenisıfır noktasına inmiştir.

Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve işlerlik kazandırmak yükümlülüğü altında bulunan Baroların ve Hak arama özgürlüğünün teminatı olan avukatların çalışma alanları her geçen gün daraltılmaktadır.Avukatlık mesleği, son çıkarılan KHK’ler ile hukuksuzluğun doruk noktasına ulaşan düzenlemelerle işlevsizleştirilemeye ve savunma sınırlandırılmaya çalışılmaktadır. Demokratik bir toplumda avukatlar;  hak arama özgürlüğünün, savunma hakkının ve hukuk devletinin en temel güvencesidir. Bireylerin hak ve adalet sorunu, avukatlık mesleğinin temel sorunlarından, toplumun demokrasi ve özgürlük sorunu ise avukatın özgürlüğünden ayrı düşünmüyoruz. Adil yargılama hakkı ve hukuk güvenliği ancak bireylerin kolayca avukata ulaştığı; avukatın da tam bir bağımsızlık ve özgürlük içinde ve etkili şekilde mesleğini icra edebildiği bir sistemde mümkün olabilir. 

Yıllardır ifade ede geldiğimiz, aynı zamanda hak arama özgürlüğünün önünde engel oluşturan mesleki sorunlarımız bütün ağırlığıyla sürmektedir. Bu konuda sürekli olarak paylaştığımız öneri, görüş ve eleştirilerimiz dikkate alınmadığı gibi, bu öneri ve eleştirilerimizin aksi yönde uygulamalar ile avukatlık mesleğinin çalışma alanı daraltılmaya çalışılmaktadır. Öteden beri mesleğimize ve mesleki faaliyetlerimize ilişkin en ciddi sorun, adli ve idari makamların avukatlara yönelik tutum ve davranışlardır. Bu tutum davranışlar, avukatlara baskı, engelleme ve  ceza soruşturmaları olarak yansımaktadır.

Her adli yıl açılışında sıkça dile getirildiğimiz gibi, ne yazık ki bu adli yıla da; toplumsal sorunların çözüm bulamadığı, sürekli olarak çözümsüzlüğün yinelendiği ve bunlarla bağlantılı hukuki, yargısal ve mesleki çok sayıda ağır sorunla girdiğimizi belirtmek isterim. Tüm bu olumsuz ve umut kırıcı gelişmelere rağmen Diyarbakır Barosu, adil bir toplumsal düzenin inşasına yönelik  umudunu korumaya ve  mücadelesini sürdürmeye devam edecektir. 

                                                                       Diyarbakır Barosu Başkanlığı