Uygulamamızı İndirin

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için uygulamamızı indirebilirsiniz.

Hemen İndir
Baromuz, HDP'nin Kapatılması Davasında Üçüncü Kişi (Amicus Curiae) Sıfatıyla Anayasa Mahkemesi'ne Başvuruda Bulundu.

02.12.2021

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

 

Dosya No​: 2021/2 (Siyasi Parti Kapatma)

 

MAHKEME DOSTU

(AMİCUS CURİAE)

SIFATIYLA BAŞVURAN                   : Diyarbakır Barosu Başkanlığı

 

DAVALI                                           : Halkların Demokratik Partisi

Barbaros Mahallesi Tahran Caddesi Büklüm Sokak No: 117 Çankaya/ANKARA

 

BAŞVURU KONUSU                        :Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na yapılmış bulunan Halkların Demokratik Partisi’nin kapatılması ve bir kısım siyasetçi için siyasi yasak kararı verilmesi talepli iddianame ve yargılamaya dair mahkeme arkadaşı (amicus curiae) sıfatıyla hukuki mütalaa sunulması hakkında dilekçedir.

 

GİRİŞ

1. Türkiye’de Barolar 1136 sayılı Avukatlık Kanunu kapsamında kurulmuş olup üyelerinin tamamı avukatlardan oluşan kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütüdür. Yasaların bir meslek kuruluşu olarak kendilerine yüklediği görevlerin yanında, yargı sisteminin bir parçası olarak avukatların kurumsal örgütü niteliğindedir ve hukukun gelişmesine katkıda bulunurlar.

2. Barolar, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 76. Maddesinde "Avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak, meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu" olarak tanımlanmıştır. Aynı Yasanın 95. maddesi de Baro Yönetim Kurulu'nun 'hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmakla' görevli olduğu belirtilmiştir.

3. Diyarbakır Barosu, hak ihlallerinin oldukça yoğun olduğu bir bölgede olması nedeni ile hukuksal destek için kurduğu merkezlerle sahada izleme ve raporlama faaliyetlerini sürdüren bir barodur. Diyarbakır Barosu 1927 yılında kurulmuştur. Baroya kayıtlı avukat sayısı 2100 olup, Türkiye’de kayıtlı avukat sayısı açısından 12. sıradadır.

4. Diyarbakır Barosu bireylerin ve birey gruplarının ulusal veya uluslararası otoriteler nedeniyle karşılaştıkları hukuki sorunlar ve hak ihlalleriyle ilgili araştırmalar yapan, “insan hak ve özgürlüklerini” geliştirmeyi amaçlayan, ulusal ve uluslararası tüm meşru hak arama yollarını en etkin şekilde kullanan, her türlü ayrımcılığa ve hak ihlaline karşı mücadele eden ve yaşanan hak ihlallerini belgeleyen, raporlayan, ulusal ve uluslararası mekanizmalarda savunuculuğunu yapan hükümet dışı bağımsız bir sivil toplum örgütüdür.

5. Diyarbakır Barosu, kurulduğu günden beri Türkiye’deki temel hak ve hürriyetlerin korunması, geliştirilmesi, ihlallerin tespiti ve giderilmesi açısından, ihlal iddiaları ile ilgili başvuru alan ve aldığı başvuruları idari şikayet ve adalet mekanizmalarını kullanarak sonuçlandırmaya çalışan bir sivil kuruluştur. Mahkeme arkadaşı (amicus curiae) sıfatı ile bilgi birikimi ve tecrübesi ile Diyarbakır Barosu hukuki görüşlerini sunmak istemektedir.

6. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtüzüğünün 44/3(a) maddesine eklenen; “Bir başvuru, İçtüzüğün 51§1 veya 54§2(b) maddeleri uyarınca davalı Sözleşmeci Tarafa bildirildikten sonra, Daire Başkanı, Sözleşme'nin 36 § 2 maddesinde öngörüldüğü şekilde adaletin uygun şekilde yönetilmesi amacıyla, yargılamaya taraf olmayan bir Sözleşmeci Tarafı veya başvuran olmayan ilgili bir kimseyi, yazılı görüşlerini sunmaya veya istisnai durumlarda duruşmada yer almaya davet edebilir veya buna izin verebilir” hükmü bulunmaktadır. Bu hükme dayanarak, mahkeme arkadaşı (amicus curiae) sıfatıyla Sayın Mahkemeye hukuki görüşlerimizi sunarak insan haklarının ve temel özgürlüklerin tam olarak ve en etkili şekilde korunması hedefine katkıda bulunmayı amaçlamaktayız.

7. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi Kuruluş ve Yargılama Usulleri Kanunun 43. maddesi, AİHM İçtüzüğünün 44/3-a maddesine benzer hüküm içermektedir. 6216 sayılı kanunun 43. maddesi, “Dosya üzerinden inceleme ve gerekçeyle bağlı olmama

MADDE 43 - (1) İptal davaları ve itiraz başvurularında dosya üzerinden inceleme yapılır. Mahkeme ayrıca gerekli gördüğü hâllerde, sözlü açıklamalarda bulunmak üzere ilgilileri ve konu hakkında bilgisi olanları çağırabilir.

(2) Cumhurbaşkanı adına Cumhurbaşkanının tensip edeceği görevli sözlü açıklamada bulunur.

(3) Mahkemenin, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya aykırılığı hususunda ileri sürülen gerekçelere dayanma zorunluluğu yoktur. Mahkeme, taleple bağlı kalmak şartıyla başka gerekçeyle de Anayasaya aykırılık kararı verebilir.(1)

(4) Başvuru, kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün sadece belirli madde veya hükümleri aleyhine yapılmış olup da, bu madde veya hükümlerin iptali kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün diğer bazı hükümlerinin veya tamamının uygulanamaması sonucunu doğuruyorsa, keyfiyeti gerekçesinde belirtmek şartıyla Mahkeme, uygulama kabiliyeti kalmayan kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün bahis konusu öteki hükümlerinin veya tümünün iptaline karar verebilir.” hükmünü içermektedir.

8. Mahkeme İçtüzüğü’nün 70. madde 1. fıkrası da mahkemeye böylesi bir mütalaa sunma hakkı verdiği kanaatindeyiz. Mahkeme İçtüzüğünün “Bilgi, belge isteme ve tebliğ” başlıklı 70 maddesi 1. fıkrası;

MADDE 70 - (1) Mahkeme, kendisine verilen görevlerin yerine getirilmesi sırasında yasama, yürütme, yargı organları, kamu idareleri, kamu görevlileri, bankalar ile diğer gerçek ve tüzel kişilerle doğrudan yazışır, bilgi ve belge ister, gerekli gördüğü her türlü belge, kayıt ve işlemi inceler, bilgi almak üzere her derece ve sınıftan kamu görevlileri ile ilgilileri çağırabilir, idare ve diğer tüzel kişilerden temsilci isteyebilir.” hükmünü içermektedir.

9. Buna göre AİHM’de yerleşmiş teamül ve usul ile yukarıda belirttiğimiz kanun ve iç tüzük uyarınca Mahkeme şimdilik davet etmemiş olsa bile derdest yargılamada böyle bir mütalaa sunma ihtiyacı doğmuştur.

10. Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bir bireysel başvuru davasına (2013/2640 Başvuru no) çok sayıda insan hakları örgütü tarafından 2014 yılında mahkeme dostu (amicus curiae) sıfatı ile hukuki mütalaa sunulmuştur. AYM, 2013/2640 Başvuru nolu dava dosyasında bu durumu karar metnine de yazmıştır. Buna göre kararın 23. paragrafında; “amicus curiae” (mahkemenin dostu, davanın tarafı olmasa da davaya olan ilgisi veya sahip olduğu bilgi nedeniyle mahkemeye görüş sunarak davanın karara bağlanma sürecine yardımcı olan kişi) sıfatıyla zorla kaybetme suçuna ilişkin elli yedi sayfadan oluşan hukuki mütalaa sunulmuştur.” Sunduğumuz hukuki mütalaanın da bu kapsamda ele alınması gerektiğini ayrıca belirtmek isteriz.

 

ARKA PLAN

11. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, 17 Mart 2021 tarihli iddianame kapsamında Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması ve 451 siyasetçi hakkında 5 yıl süreyle siyaset yasağı verilmesi Anayasa Mahkemesine başvuru yapılmıştır.

12. . Anayasa Mahkemesince, 31 Mart 2021 gün ve 2021/1 Esas (Siyasi Parti Kapatma) sayılı kararıyla iddianamenin iadesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; “Halkların Demokratik Partisinin temelli kapatılması talebiyle düzenlenen İddianamede;

• Eylemlerine yer verilerek haklarında yasaklılık kararı verilmesi istenilen kişiler ile eylemlerine yer verilmekle birlikte haklarında yasaklılık kararı verilmesi istenilmeyen kişilerin kimliklerinin, kendilerine isnat edilen bazı eylemlerin, bu eylemlerin tarihlerinin, bu eylem tarihlerinde Partideki görevlerinin açıkça belirtilmediği,

• “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırı olduğu ileri sürülen, ancak soruşturma ve kovuşturma konusu olması dışında bir gerekçeye yer verilmeyen eylemler ile Partinin bu eylemlerin odağı haline gelmesi arasındaki ilişkinin kurulmadığı, anlaşıldığından, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 170. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarına aykırı olarak düzenlenen İddianamenin, Kanun’un 174. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iadesi gerekir.” denilerek iddianamenin oybirliği ile iadesine karar verilmiştir.

13. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 7 Haziran 2021 gün ve 36321649/2021/2 sayılı iddianameyle, HDP’nin temelli kapatılmasına, iddianamede adı geçen 451 kişi hakkında kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından itibaren beş yıl süreyle başka bir siyasi partinin kurucusu, yöneticisi, denetçisi ve üyesi olamayacaklarına, hazine yardımlarının bulunduğu banka hesabına tedbiren bloke konulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.

14. Anayasa Mahkemesinin, 21 Haziran 2021 günlü ilk inceleme toplantısında 7 Haziran 2021 gün ve 36321649/2021/2 sayılı iddianamenin kabulüne, hazine yardımlarının bulunduğu banka hesabına bloke konulmasına yönelik tedbir isteminin ise reddine karar verilmiştir.

15. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 7 Haziran 2021 günlü iddianamesi, Anayasa Mahkemesince 9 Temmuz 2021 tarihinde HDP’ye tebliğ edilmiştir.

16. HDP tarafından yazılı savunma Anayasa Mahkemesi’ne sunulmuş ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na tebliğ edilmiştir.

17. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından HDP'nin temelli kapatılması, partinin kapatılmasına beyan, faaliyet ve eylemleriyle neden olan iddianamemizde açık kimlik ve üyelik bilgileri ile partideki görevleri belirtilen kişilerin temelli kapatılmaya ilişkin kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından itibaren beş yıl süreyle bir başka siyasi partinin kurucusu, yöneticisi, deneticisi ve üyesi olamayacaklarına karar verilmesi istemlerini içeren esas hakkındaki görüşü Anayasa Mahkemesi'ne sunulmuştur.

 

AÇIKLAMALAR

• Siyasi Partiler

18. Siyasal partiler, çoğulculuğun tesisi ve düzgün biçimde işleyen bir demokrasi bağlamında zorunlu/gerekli bir rol üstlenirler. Siyasi partilerin demokrasinin gereğince işlemesinde temel bir örgütlenme biçimini temsil ettiği kabul edilmelidir.

19. 2820 sayılı yasanın 3. maddesinde belirtildiği üzere; “Siyasi partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır.

20. Siyasi Partiler, demokratik hukuk düzeninde temsiliyet noktasında yer alan temel örgütlenme şeklidir. 2820 sayılı yasanın 4. Maddesi ve 1982 Anayasasının 68/2. maddesinde belirtildiği üzere, “Siyasi partiler demokratik hayatımızın vazgeçilmez unsurlarıdır.” Madde gerekçesinde, demokratik siyasi hayatın ancak siyasi partiler ile mümkün olacağı hüküm altına alınmıştır.

21. 1982 Anayasası’nın 69. Maddesi:

1. fıkrasında; “Siyasi partiler, tüzük ve programları dışında faaliyette bulunamazlar, Anayasa’nın 14. maddesindeki sınırlamalar dışına çıkamazlar, çıkanlar temelli kapatılır”,

6. fıkrasında; “Siyasi partilerin kapatılması, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açacağı dava üzerine, Anayasa Mahkemesince karara bağlanır”,

8. fıkrasında; “Siyasi partiler, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan, yabancı ülkelerdeki dernek ve gruplardan herhangi bir suretle aynî ve nakdî yardım alamazlar, bunlardan emir alamazlar ve bunların Türkiye’nin bağımsızlığı ve ülke bütünlüğü aleyhindeki karar ve faaliyetlerine katılamazlar. Bu fıkra hükümlerine aykırı hareket eden siyasi partiler de temelli kapatılır”,

9. fıkrasında da; “Siyasi partilerin kuruluş ve faaliyetleri, denetlenme ve kapatılmaları yukarıdaki esaslar dairesinde kanunla düzenlenir” hükümlerine yer verilmek suretiyle, siyasi partilerin kapatılmalarına esas teşkil eden anayasal düzenlemeler ortaya konmuştur.

22. Anayasa’nın Parti kurma, partilere girme ve partilerden ayrılma başlıklı 68/4 maddesi uyarınca bir siyasi partinin kapatılabilmesi için tüzük, program ve eylemlerinin, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunması ve yerleştirmeyi amaçlaması veya suç işlenmesini teşvik etmesi gerekir. Anayasa’nın, ‘Siyasi Partilerin Uyacakları Esaslar’ başlıklı 69/5 maddesi uyarınca, “Bir siyasi partinin tüzüğü ve programının 68. maddenin 4. fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı” verilecektir.

23. Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrası ile 69. maddenin beş ve altıncı fıkralarında siyasi partilerin hangi gerekçelerle kapatılmasına karar verileceği belirlenmiştir. 2820 sayılı yasanın 101. maddesine göre bir siyasi parti hakkında kapatma kararı ancak Anayasa’nın 68/4 maddesinde sayılan nedenlerle verilebilmektedir.

24. Anayasa Mahkemesi’nin Adalet ve Kalkınma Partisi kararında belirtildiği üzere, “Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel haklara ilişkin uluslararası sözleşmelerin yasa hükmünde olduğu ve yasalarla farklı hükümler içermesi nedeniyle doğacak uyuşmazlıklarda uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınacağını öngörmektedir. Türkiye'nin hukuk düzeni ile çağdaş demokrasilere egemen ilke ve uygulamalar arasında koşutluğun sağlanmasını amaçlayan bu kural, kurucu üyesi ya da üyesi bulunduğumuz uluslararası kuruluşlarca oluşturulmuş özgürlük standartlarının dikkate alınmasını gerekli kılmaktadır. Anayasa’nın somut kuralları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin içtihatları ile Avrupa ortak standardını somutlaştıran Venedik Kriterleri birlikte, bir yandan Anayasa’nın öngördüğü klasik demokrasi anlayışının gereği olarak siyasal özgürlüklerin güvence altına alınması sağlanırken, diğer yandan son çare olarak düşünülen siyasi parti kapatma yaptırımı uygulanmasının demokratik düzenin korunması ve güçlenmesi amaçlanmıştır.”(AYM, 2008/1 E., 2008/2 K. 30.07.2008)

25. Tüzük, programları ve yürütülen faaliyetler nedeniyle siyasi partilerin kapatılması, 1990’lı yılların başından itibaren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başvuruları ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla yaygın ve sistematik olarak uygulanmaktadır. Anayasa Mahkemesi tarafından Türkiye Birleşik Komünist Partisi, Sosyalist Parti, Halkın Emek Partisi, Özgürlük ve Demokrasi Partisi, Sosyalist Türkiye Partisi, Demokrasi Partisi, Sosyalist Birlik Partisi, Demokrasi ve Değişim Partisi, Emek Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi, Halkın Demokrasi Partisi, Demokratik Toplum Partisi kapatılmıştır.

26. AİHM tarafından, siyasi parti kapatma kararları ile ilgili olarak yapılan başvuruların biri hariç (Refah Partisi/Türkiye) tamamında, örgütlenme özgürlüğü ile seçme ve seçilme hakkının ihlal kararı verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, AİHM’nin ihlal kararına karşın, aynı içerik ve suçlama konusu gözetilerek siyasi parti/lerin kapatılması talebinde bulunmaya devam etmektedir. Ancak 1990’lı yıllardan bu yana AİHM’nin istikrarlı ihlal kararlarına rağmen kapatma pratiğinin devam etmesi, bu durumun yapısal bir sorun olduğunu göstermektedir.

27. AİHM, İlinden-Pirin ve Diğerleri/Bulgaristan kararında (59489/00, 20.10.2005), bir siyasi partinin özerklik çağrısında bulunmasının ve hatta ülke topraklarının bir kısmının ayrılmasını talep etmesinin onun ulusal güvenlik gerekçesiyle kapatılmasına haklı bir gerekçe olmayacağına hükmetmiştir. Zira hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, demokrasinin ilkelerini sorgulamadan mevcut düzene meydan okuyan ve barışçıl yollarla gerçekleşmesi savunulan siyasi fikirlere, siyasi sürece katılım yoluyla uygun bir ifade fırsatı tanınması gerektiği ifade edilmiştir: “Başvurucu partinin siyasi programının Bulgar Devletinin mevcut ilke ve yapılarına aykırı görülmesi, onu demokrasinin kural ve ilkelerine aykırı kılmaz. Demokrasinin kendisine zarar vermemek kaydıyla, bir Devletin mevcut örgütlenme şeklini sorgulayanlar da dahil olmak üzere, çeşitli siyasi programların önerilmesine ve tartışılmasına izin vermek demokrasinin özüdür.” (p. 60)

28. AİHM Sosyalist Parti ve Diğerleri/Türkiye (25.05.1998) kararında, parti başkanının konuşmalarında Kürt halkının kendi kaderini tayin ve “ayrılma” hakkına sahip olduğunu söylemesinin, Türk ulusundan ayrı bir Kürt ulusundan bahsetmesinin ve Kürt sorununa barışçıl bir çözüm için federatif devlet sistemini önermiş olmasının partinin kapatılmasına gerekçe yapılmasının AİHS madde 11’in ihlali olduğuna hükmetti. Kararda, bir siyasi programın “Türk Devletinin temel ilkeleri ve siyasi yapısı ile bağdaşmaz olması, bu programın demokrasinin ilkeleri ile uyumlu olmadığını göstermez” denilmişti. (p. 47).

29. AİHM, Yazar ve Diğerleri/ Türkiye (22723/93, 22724/93 ve 22725/93; 09.04.2002) kararında Halkın Emek Partisi’nin (HEP) Kürtlerin “dil haklarının ve kendi kaderini belirleme hakkının tanınmasına ilişkin taleplerinin” demokrasinin temel ilkelerine aykırı olmadığını ifade etmiştir (p.57). Dahası Mahkeme, HEP’in demokratik prensiplere dayanan bu taleplerinin devlet politikalarının ana hatları veya halkın çoğunluğunun görüşlerine ters olsa dahi demokrasinin uygun bir şekilde işlemesi için siyasi partilerin bu tür talepleri savunabilmeleri gerektiğini belirtmiştir. (p. 58).

30. Benzer bir biçimde Anayasa Mahkemesi de Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) kararında şunları der: “… Siyasi partilerin, Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülen tüzük ve programlarındaki söylemlerinin demokratik yaşam için doğrudan açık ve yakın tehlike oluşturmaması durumunda, bunların ifade özgürlüğü kapsamında kaldığının kabulü gerekir. Demokratik rejimin tüm kurum ve kurallarıyla özümsendiği ülkelerde de rejim için ciddi bir tehlike oluşturmadıkça siyasi partilerin kapatılmasına olur verilmediği gözetildiğinde çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma hedefini esas alan Anayasamızın da salt ifade özgürlüğü kapsamında kalan tüzük ve program düzenlemesini kapatma nedeni saydığını kabul etmek olanaklı değildir. Sadece tüzük ve programı nedeniyle parti kapatılamaz. Tüzük ve Programında HAK-PAR'ın, genel olarak adem-i merkeziyetçi bir yönetime ağırlık verdiği, Türkiye'nin temel sorunu olarak kabul ettiği Kürt sorununu hak eşitliği temelinde çözmeyi seçmenine vaat ettiği görülmektedir. Tüzük ve programında ifade edildiği biçimde Parti'nin, Kürt sorunu olarak ele alıp değerlendirdiği soruna, kendine göre çözüm önerileri getirmesi, vatandaşlık temelinde ulus kavramının reddi olarak nitelendirilemez.”

31. Demokratik bir toplum düzeninde özerkliği, federalizmi ya da yerinden yönetim prensiplerini savunan siyasi fikirleri ya da örgütleri yasaklamanın kendisi ifade özgürlüğü ve politik çoğulculuğu temel alan demokrasi anlayışına ve Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de dahil olmak üzere uluslararası yükümlülüklerine aykırıdır.

• Siyasi Partilerin Kapatılması İstemiyle Dava Açma Yetkisi-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı

32. Yargıtay Kanunu’nun 27. maddesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın siyasi parti faaliyetlerini denetleyeceğini ve hakkındaki soruşturmayı yürütmekle görevli olduğunu ve Anayasa Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunun 4 ve Anayasa’nın 68/4. maddeleri açıkça, siyasi partilerinin kapatılmasına ilişkin yargılamanın Anayasa Mahkemesi tarafından görüleceğini düzenlemiştir.

33. Venedik Komisyonu, 78. Genel Kurulunda (Venedik, 13-14 Mart 2009) kabul edilen “Venedik Komisyonunun Türkiye’de Siyasi Partilerin Yasaklanmasına İlişkin Anayasal ve Yasal Hükümlere Dair Görüşü”nde bu durumu şöyle değerlendirir:

“33. Usul açısından bakıldığında en önemli mesele, bir siyasi parti aleyhine yasaklama davası açma yetkisinin hangi kuruma verilmiş olduğu meselesidir. Ceza davalarının aksine, bu yetki çok nadir olarak münhasıran savcılık makamlarına verilmektedir. Bunun nedeni, bu tür davaların siyasi niteliği ile sadece yasaklama veya kapatma davası açılmasının bile başlı başına ülkedeki siyasi hayat üzerinde çok olumsuz bir etki yaratabilecek olmasıdır. Bu nedenle, bir siyasi partinin kapatılması sürecinin başlatılması, belli yasal kriterlerin yerine getirilmesinin otomatik yasal sonucu olmamalıdır. Dava açma kararı, daha ziyade, söz konusu partinin demokrasinin işleyişi açısından arz ettiği tehdidin değerlendirilmesine dayanan ve yasal kriterlerin yanı sıra söz konusu bu partinin nihayetinde kapatılmasının doğuracağı siyasi sonuçları dikkate alması gereken ihtiyari bir karar olmalıdır.

34. Parti yasaklamaya ilişkin kuralları olan devletler, bu tür davaları yetkili mahkemeye taşımak için özel usuller tesis etmişlerdir. Pek çok ülkede, bu karar tamamen siyasi bir karardır. Örneğin Almanya’da, bu yetki Federal Parlamentoya, Federal Konseye veya Federal Hükümete verilmiştir ancak Federal Savcının başvuruda bulunma yetkisi yoktur. Başka ülkelerde de bu tür davalar karşısında tamamen “yasal” bir yaklaşım benimsenmesini engelleyen başka siyasi filtreler mevcuttur. İspanya ilk bakışta bu kurala bir istisna teşkil ediyor gibi gözükmektedir, zira bir siyasi partiyi kapatma davasını başlatma yetkisi yalnızca kendi inisiyatifiyle veya İspanyol Parlamentosu Cortes’in iki meclisinden birinin talebiyle hareket eden devlet savcısı kanalıyla hükümete verilmemiş, aynı zamanda kendi başına hareket eden Maliye Bakanlığına (savcı) da verilmiştir. Bununla birlikte, İspanya’daki uygulamalar, Maliye Bakanlığının bu yetkisini yalnızca hükümet politikasına uygun şekilde kullanmış olduğunu göstermektedir.

35. Venedik Komisyonu, Türkiye istisna olmak üzere, Avrupa’da varsa bile siyasi bir parti hakkında kapatma davası açma yetkisinin herhangi bir siyasi veya demokratik kontrol veya denge olmaksızın cumhuriyet başsavcısına verildiği ülkelerin sayıca çok az olduğunu dikkate almaktadır. Bu nedenle, 2008 yılında Türkiye’de var olan koşullara benzer koşullar altında, demokratik bir şekilde seçilmiş çoğunluk partisinin hakkında kapatma davası açmanın usul açısından mümkün olabileceği hiçbir Avrupa devleti bulunmamaktadır.(…)

“85.Yukarıda da açıklandığı üzere,bu durum, parti kapatma kuralları olan diğer Avrupa ülkelerine aykırıdır, çünkü bu ülkelerde, bu gibi davaların istisnai niteliğinden dolayı dava açma kararı demokratik siyasi kurumlara bırakılmıştır veya en azından bir tür doğrudan doğruya veya dolaylı demokratik denetim unsurlarına tabîdir.

86.Venedik Komisyonu, Türk modelinde olduğu gibi bu yetkinin tek bir yetkiliye (cumhuriyet başsavcısına) verilmesinin, sistemi savcının takdirine bıraktığı ve bu durumun da sorunlu olduğu, zira başlı başına dava açılmasının bile siyasi atmosfer üzerinde ciddi bir etki yaratabilecek ve kayda değer miktarda istikrarsızlığa neden olabilecek çarpıcı bir olay olacağı görüşündedir.”

Türkiye’de bu tür davalar karşısında tamamen “yasal” bir yaklaşımın benimsenmesini düzenleyecek ve dolayısıyla demokratik siyasal yaşamın sınırlanmasını engelleyecek “filtreler” bulunmamaktadır. Kapatılan siyasi parti sayısı ile AİHM’nin ihlal tespit ettiği kapatma kararları arasındaki bağlantı, bu konudaki maddi ve usul eşiğinin düşüklüğünü gösterir.

 

• Odak Teşkil Etme Kavramı

I. “Odak’” Kavramının Anlamı ve Unsurları

1. Anayasal ve Yasal Durum

Anayasa’nın 69/6 maddesi “Bir siyasi partinin 68. maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar” verileceğini belirtmiş olmakla beraber, bu hükümde bir partinin hangi hallerde yasak eylemlerin odağı haline gelmiş sayılacağı açıklanmış değildir. Mamafih, Siyasi Partiler Kanunu’nun değişik 103. maddesinde odak kavramının tanımına yer verilmiştir. Bu maddenin ilgili ikinci fıkrası aynen şöyledir: “Bir siyasi parti; birinci fıkrada yazılı fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre, merkez karar ve yönetim kurulu veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır.”

Görüldüğü gibi, Siyasi Partiler Kanunu’nun yeni 103. maddesi odak olmanın unsurlarını parti üyelerine ve parti organlarına göre ayrı ayrı düzenlemiştir.

a) Yasak eylemlerin parti üyelerince işlenmesi durumu

Bu halde bir siyasi partinin yasak eylemlerin odağı haline gelmiş sayılması için iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekir:

(1) Söz konusu eylemlerin parti üyelerince “yoğun bir şekilde işlenmiş” olması,

(2) Bu durumun partinin 103. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen organlarınca zımnen veya açıkça benimsenmiş olması.

b) Yasak eylemlerin parti organlarınca işlenmesi durumu

Bu halde bir siyasi partinin yasak eylemlerin odağı haline gelmiş sayılması için, bu eylemlerin belli parti organlarınca “kararlılık içinde” işlenmiş olması yeterlidir.

2. Odaklaşma Halinin Alt Kavramları

Yasak fiillerin partide odaklaştığının tespiti sorunu, odaklaşma kavramının analitik bir incelemesi yapılmadan belirlenemez. Başka bir ifadeyle, gerek hukuki belirlilik ilkesinin gözetilmesi çerçevesinde siyasi hak ve özgürlükleri güvence altına alan, belirsizlikten uzak bir hukuki kavrama ulaşılması gerekse de kelimenin anlamının netleştirilmesi açısından odaklaşma kavramının unsurları ortaya konulmalıdır.

a. “Yoğunluk”

Parti üyelerinin yasak fiilleri yoğun bir şekilde işlemiş olduklarına hükmedebilmek için bu fiillerin hem nicelik hem nitelik hem de sıklık açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Daha açık bir deyişle, “yoğunlaşma”dan söz edilebilmesi için, her şeyden önce partinin farklı üyeleri tarafından değişik zamanlarda çok sayıda aykırı fiilin işlenmiş olması gereklidir. İkinci olarak, bu fiillerin aynı zamanda anayasal bakımdan ağır ihlaller niteliğinde olması ve sıkça vuku bulması da gerekir. Bu duruma göre, kimi parti üyelerinin tek tük eylemine bakarak bir partinin anayasal ve yasal anlamda yasak eylemlerin odağı haline gelmiş olduğu söylenemez. Yoğunlaşma kavramı ayrıca, yasak fiillerin muhtelif parti üyeleri tarafından düzenli ve sürekli olarak işlenmiş olmasını da gerektirir. Hatta, bu ihlaller parti teşkilatının çoğunluğunca yurt sathında yaygın olarak işlenmelidir. Buna göre, parti üyelerinin ara sıra, meydana gelen ve düzenlilik göstermeyen, münferit ve arızi eylemlerine dayanılarak o partinin bu nitelikteki fiillerin odağı haline geldiğine karar verilemez.

Nitekim, Refah Partisi’nin kapatılmasına ilişkin 12.1.1998 tarihli kararında (Anayasa Mahkemesi Kararları Dergisi, Sayı 34, Cilt 2. s. 1019) Anayasa Mahkemesi “... ‘odak olma’ durumunun oluşması için gerekli olan yasak eylemlerdeki nitelik ve nicelik ile bunların tekrarındaki kararlılık gibi öğelerin varlığı konusunda, milletvekillerinin (...) söz ve eylemlerinin tümü değerlendirilmedikçe sağlıklı bir sonuca ulaşılamayacağına” dikkat çekmiştir.

b. “Zımnen veya Açıkça Benimseme”

Siyasi Partiler Kanunu’nun ilgili 103. maddesi, parti üyelerinin yasak eylemleri yoğun bir şekilde işlemiş olmalarını tek başına odaklaşma için yeterli görmemiş; ayrıca bu durumun partinin büyük kongre, merkez karar ve yönetim kurulu veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca “zımnen veya açıkça” benimsenmiş olmasını da şart koşmuştur. Bu demektir ki, birden çok sayıda partilinin yasak eylemleri yoğun bir şekilde işlemiş olmaları onlar hakkında (SPK 102. maddeye göre partiden ihraçlarının istenmesi dahil) bir takım müeyyidelerin uygulanmasını gerektirebilirse de, bu eylemler parti organlarınca benimsenmedikleri sürece partinin o eylemlerin odağı haline geldiğinden söz edilemez. Ayrıca, dikkat edilmesi gereken bir nokta da sadece ismen belirtilen parti organlarının bu eylemleri “benimsemesi” veya onaylamasının partiyi ilzam edecek olmasıdır. Yani, partinin bu organlar dışındaki merci, makam ve kurulları ile varsa yan örgütlerinin tutumu odak olma hali açısından nazara alınmayacaktır.

Anılan parti organları, üyelerinin söz konusu yasak fiillerini onayladığını, tasvip ettiğini, beğendiğini, takdir ettiğini vs. alenen ve sözlü olarak ifade etmek suretiyle onları doğrudan doğruya benimseyebilirler. Ayrıca, Kanun bu gibi eylemlerin “zımnen” de benimsenebileceğini belirtmiştir. Bu durumda, parti üyelerinin eylemlerine ilaveten partinin anılan organlarının bir tutum veya davranışı da söz konusu olmak gerekir. Daha açık bir ifadeyle, parti organları parti üyelerinin yasak eylemlerini onayladığını açıkça belirtmese bile, söz konusu kişilere işledikleri yasak fiillerde önceden veya sonradan destek vererek, onları savunarak da onların tutumunu benimseyebilirler. Fakat bunun için de, her şeyden önce, partinin anılan organlarının parti üyelerinin yasak eylemlerinden haberdar olmaları şarttır. Tabiidir ki, bir merciin veya kurulun bilgisi dışında vuku bulan eylemleri ne benimsemesi ne de onaylaması söz konusu olabilir.

c. “Kararlılık”

Yukarıda belirtildiği gibi, odak kavramı bakımından “kararlılık” şartı özel olarak parti organlarının yasak eylemleri için öngörülmüş yasal bir şarttır. Yani, Kanun’da belirtilen parti organlarının yasak fiilleri kararlılık içinde işlemeleri halinde parti bu eylemlerin odağı haline gelmiş sayılacaktır. Burada da iki husus önemlidir. Birincisi, eylemleri parti tüzel kişiliğini bu hususta bağlayacak olan parti organlarının, Kanun’da ismen zikredilmiş olanlardan ibaret olduğudur. İkinci olarak, bu fiillerin söz konusu parti organlarınca kararlılık içinde işlenmiş olması halinde odak olma halinden söz edilebilecektir. Öyleyse, yoğunlaşma durumundakine benzer şekilde, parti organlarının, ara sıra meydana gelen, tek tük ve arızi eylemlerine bakarak o partinin yasak eylemlerin odağı haline geldiğine karar verilemez. Keza, bu fiillerin kararlılık içinde işlenmiş sayılabilmesi için, bu ihlallerin nisbeten kısa bir zaman dilimi içinde değil, kamu oyunda da bu yönde kanaat hasıl edecek şekilde uzun süre devam etmiş olması da gerekir.

Kararlılık kelimesi, ayrıca eylem iradesindeki sarsılmazlığı, tutumundan hiçbir şekilde caymamayı ve yılmaz bir ruh halini de ifade eder. Dolayısıyla, şu veya bu şekilde parti organlarından sadır olan bir aykırı eylemin yarattığı tepki ve eleştirilere rağmen, tutumunda ısrar etmek ve aynı yolda yürümekten caymamak odaklaşma yönünde bir kanıt sayılabilir. Buna karşılık, eleştiri ve tepkiler karşısında geri çekilen, tevil yoluna sapan, kendini mazur göstermeye çalışan bir iradenin “kararlı” olduğundan söz edilemez.”

34. Siyasi partilerin temelli kapatılmaları için, Anayasa’nın 68/4 maddesindeki hükümlere aykırı hareket etmeleri ve siyasi partinin bu tür eylemlerin odağını teşkil etmesi hali, daha önce temelli kapatma davasını inceleyen Anayasa Mahkemesi’nin takdir yetkisinde iken, 2001 değişikliğinde 69. maddenin 6. fıkrasına eklenen bir paragraf ile siyasi partinin “odak” haline gelmesinin tanımı yapılarak bu takdir yetkisi kısıtlanmıştır. Bu tanıma göre, temelli kapatılmaya neden olabilecek fiiller;

– Partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği,

– Bu durum, o partinin büyük kongre veya yönetim organları veya genel başkan veya merkez karar veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca, zımnen veya açıkça benimsendiği, yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, o siyasi parti söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır

35. Kapatma iddianamesinde hakkında siyasi yasak talebinde bulunulan kişilere yönelik yer verilen suçlamalar, 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’nın 6 ve 7. maddelerinin ikinci fıkraları, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 314. maddesinin ikinci fıkrası, TCK’nın 220. maddesinin altı ve yedinci fıkraları, TCK’nın 314. maddesinin birinci fıkrası kapsamındadır. Atılı suçlar kanunilik şartını taşımamaktadır ve hukuken öngörülebilir değildir.

36. 3713 sayılı Yasa 2. maddesi ikinci fıkrası, 5237 sayılı Yasanın 220. maddesinin altı ve yedinci fıkraları ile 314. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca cezalandırma yoluna gidilmesiyle ilgili olarak AİHM’in İmret, Bakır ve Işıkırık/Türkiye kararları açıkça kanunilik ilkesinin karşılanmadığını belirtmiştir. Bunun yanı sıra AİHM, Demirtaş kararında da 5237 sayılı Yasanın 314. maddesinin ikinci fıkrasını öngörülebilir olmadığı için açıkça eleştirmiştir.

37. Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 15. maddesinde kanunsuz ceza olmaz ilkesi düzenlenmiştir: “Kanunsuz ceza olmaz ilkesi,

• Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir fiil veya ihmalden ötürü suçlu bulunamaz. Hiç kimseye işlendiği zaman verilebilecek cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Suçun işlenmesinden sonra, bir suça daha hafif bir ceza öngören bir yasa değişikliği yapıldığı takdirde, fail yapılan bu değişiklikten yararlanır.

• Bu maddedeki hiçbir hüküm, işlendiği zaman uluslar topluluğu tarafından tanınan hukukun genel ilkelerine göre suç sayılan bir fiil veya ihmalden ötürü bir kimsenin yargılanıp cezalandırılmasına engel oluşturamaz.”

38. Aynı ilke Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 7. maddesinde cezaların yasallığı başlığı altında düzenlenmiştir: “Cezaların yasallığı,

• Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre bir suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkûm edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

• Bu madde, işlendiği zaman uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkelerine göre suç sayılan bir fiil veya ihmal ile suçlanan bir kimsenin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir.”

39. Anayasa’nın 38. maddesinde de suç ve cezaların kanuniliği ilkesi düzenlenmiştir.

40. Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlükler ile ilgili uluslararası sözleşmelerin kanunlarla çelişmesi halinde bu sözleşmelere öncelik tanınacak, bu sözleşmelerin Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyecektir.

41. Türkiye’nin taraf olduğu BM Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi ile AİHS’nin, Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca Anayasaya aykırılıkları ileri sürülemeyeceğine göre, 3713 sayılı Yasanın da bu sözleşmelere göre değerlendirilmesi mutlak bir zorunluluktur.

• 5237 sayılı yasanın 314/1-2, 220/6-7. Maddelerine ilişkin suçlamalar

42. 3713 ve 5237 sayılı yasalardaki bu düzenlemelerin özü, örgüte mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenlerin de örgüt üyesi sayılacağı ve buna göre cezalandırılacağı hükmüne dayanmaktadır. ancak bu hükmün nesnel koşullarına yasada yer verilmemiştir. bu nedenle aihm’nin kararlarında kanunilik şartının oluşmadığı ve öngörülebilir olmadığı belirtilerek ihlal kararları verilmektedir.

43. AİHM kararlarına uygun olarak Anayasa Mahkemesi de Hamit YAKUT başvurusunda 10.06.2021 tarihinde ihlal kararı vermiştir. Anayasa Mahkemesi’nin 10.06.2021 tarih ve 2014/6548 başvuru numaralı kararında 5237 sayılı yasanın 220. maddesinin altıncı fıkrasının öngörülebilir olmadığına, ihlalin yapısal sorundan kaynaklandığı anlaşıldığından pilot karar usulünün uygulanmasına, yapısal sorunun çözümü için keyfiyetin yasama organına bildirilmesine karar verilmiştir.

44. Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’nun 13 Mart 2017 tarih ve 872/2016 sayılı Türkiye ile ilgili Son Dönemde Çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerde Yer Alan Medya Özgürlüğüne İlişkin Tedbirler Hakkında Görüşü’nde; özetle Cumhuriyet savcılarının başta gazeteciler olmak üzere hak savunucuları ve aktivistleri yaptıkları açıklamalar, katıldıkları gösteriler ve yazdıkları yazılar nedeni ile Ceza Kanunu’nun 314 veya 220. maddesi uyarınca suçlamalarının hukuka aykırı olduğunu, kanunilik unsurunun aranmadığını ve çok ciddi mağduriyetler meydana geldiğini belirtmiştir. Venedik Komisyonu’nun söz konusu raporunun 63-72. paragraflarında buna ilişkin ayrıntılı değerlendirmeler bulunmaktadır.

45. AİHM, İmret/Türkiye ile Bakır/Türkiye kararlarında 5237 sayılı Yasanın 220. maddesinin yedinci fıkrasının öngörülebilir olmadığı ve kanunilik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir. AİHM, benzer bir değerlendirmeyi 5237 sayılı Yasanın 220. maddesinin altıncı fıkrası bakımından Işıkırık/Türkiye davasında yapmış, bu kararda 5237 sayılı Yasanın 220. maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları ile ilgili Avrupa Venedik Komisyonu ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği’nin raporlarına yer vermiştir. AİHM’nin yapmış olduğu tespitlerde 5237 sayılı Yasanın 220. maddenin altıncı ve yedinci fıkralarının kanunilik şartını taşımaması bakımından bu düzenlemelerin kaldırılması gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Mahkeme bu kararlara konu edilen ceza kanunu maddelerinin hukuken öngörülebilir olmadığını tespit etmiş ve müdahalenin meşru bir amaç taşıyıp taşımadığını ve demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını inceleme gereği olmaksızın ihlal kararı vermiştir.

46. AİHM içtihat hukuku, Venedik Komisyonu’nun 11-12 Mart 2016 tarihli TCK’nin 216, 299, 301 ve 314. maddelerine ilişkin görüşüne; 5237 sayılı TCK’nın 220. maddesi altı ve yedinci fıkraları lafzının öngörülebilir olmadığı, kanunilik ilkesinin hukuk devleti ilkesinin yanı sıra hukuki belirlilik, öngörülebilirlik ve güvenlik ilkelerine aykırıdır.

47. AİHM’nin İmret/Türkiye ve Bakır/Türkiye kararlarında 5237 sayılı Yasanın 220. maddesinin yedinci fıkrasının, Işıkırık/Türkiye kararında 5237 sayılı Yasanın 220. maddesinin altıncı fıkrasının (3713 sayılı Yasanın 2/2 ve 5237 sayılı Yasanın 314/3 maddeleri dâhil), Demirtaş kararında 5237 sayılı Yasanın 314. maddesinin, AİHM ve Anayasa Mahkemesinin çok sayıda kararında da 3713 sayılı Yasanın 6. maddesinin ikinci fıkrası ile 7. maddesinin ikinci fıkrasının suç ve cezada kanunilik şartını taşımadığı ve öngörülebilir olmadığı tespit edilmiştir. Bilindiği gibi Türkiye, Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca AİHS’yi kabul ederek yürürlüğe koymuş ve AİHM’nin yargı yetkisini tanımıştır. Dolayısıyla bu kararlara uyma yükümlülüğü bulunmaktadır. 3713 sayılı Yasanın 6. Maddesinin ikinci fıkrası ve 7. maddesinin ikinci fıkrası ile 5237 sayılı Yasanın 220. maddesinin altı ve yedinci fıkraları ve 314. madde Anayasaya aykırı olup kapatma davasında gözetilmemesi gerekir.

48. AİHM’nin 22 Aralık 2020 tarih ve 14307/17 başvuru numaralı Selahattin Demirtaş/Türkiye davasında (No:2 Büyük Daire kararı) 5237 sayılı Yasanın 314. maddesi bir ve ikinci fıkralarının esasında kanunilik şartını taşımadığı ve öngörülebilir olmadığı belirtilmektedir. AİHM’nin yaptığı tespit ve değerlendirmeye olduğu gibi aşağıda yer verilmiştir:

“280. Ek olarak, yukarıda belirtilen görüşünde Venedik Komisyonu, Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin uygulanmasında yerel mahkemelerin, kişilerin silahlı örgüte üyeliğini değerlendirirken genellikle oldukça zayıf deliller temelinde karar verme eğilimi gösterdiğini belirtmiştir. (bakınız yukarıda 160. paragraf). İşbu dava bu gözleme arka çıkar nitelikte görünmektedir. Ceza Kanunu’nun 314. maddesindeki ciddi suçlara ilişkin olarak başvurucuya isnat edilen eylemler silsilesi bu madde kapsamında oldukça geniş içeriklidir ve bu durum yerel mahkemelerin yorumlamalarıyla da birleşince yerel mahkemelerin keyfi müdahalelerine karşı yeterli güvenceleri sağlamamaktadır. Mahkeme’nin görüşüne göre, ceza kanunu hükümlerinin böylesine geniş şekilde yorumlanması, terör örgütü kurma, yönetme ve örgüte üye olma suçlarının ifade özgürlüğü hakkıyla bir dengeleme faaliyeti içermesi gerekirken, söz konusu bağlantıyı gösteren hiçbir somut delilin olmaması karşısında haklı duruma gelemez”. Görüldüğü gibi AİHM, 5237 sayılı Yasanın 314. maddesinin kanunilik şartını taşımadığı ve öngörülebilir olmadığını çok net biçimde ortaya koymaktadır.

49. Madde içeriğindeki boşluk ve belirsizlik nedeniyle her geçen gün daha fazla sayıda yurttaş şiddetten uzak politik eylem ve beyanları gerekçe gösterilerek örgüt üyeliği ile suçlanır hale gelmiştir. Bu davada odak olmanın dayanağı olarak gösterilen eylem ve davranışlar incelendiğinde örgüt üyeliği suçlamasının, tıpkı AİHM Demirtaş No:2 (p.279) kararında belirtildiği üzere, “artan bir şekilde şiddetten uzak eylem ve beyanlara” dayandırıldığı görülmektedir.

 

Çözüm Sürecindeki Faaliyetler ve 6551 Sayılı Yasa’ya İlişkin Açıklamalar

50. 6551 sayılı Yasayla birlikte, çözüm sürecinin yürütülmesinin hukuki ve yasal dayanaklarının düzenlenmiştir. İddianame kapsamında, çözüm sürecinde, HDP’li yöneticilerin Abdullah ÖCALAN ile İmralı Ada Cezaevi’ndeki görüşmeleri ve yürütülen çalışmalar temelli kapatma ve siyasi yasak talebine konu edilmiştir.

51. Yasanın genel gerekçesinde “Çözüm süreci hali hazırda ilgili kurumların mevzuatları çerçevesinde yürütülmektedir. Gelinen noktada sürecin ilerletilmesi ve Devlet politikası niteliğinin pekiştirilmesi açısından münhasıran çözüm sürecine ilişkin yasal bir düzenleme yapılmasında fayda görülmektedir” denilmek suretiyle, bu sürecin bir devlet politikası olarak ilerletilmesinin ne kadar önemli olduğu anlatılmak istenmiştir.

52. Aynı şekilde 4. madde gerekçesinde de “Bu kanun kapsamında verilen görevlerin ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca ivedilikle yerine getirileceği düzenlenmiştir. Öte yandan bu süreçte görev alanların ve çalışmalara katılanların, gerçekleştirdikleri faaliyetler nedeniyle gelecekte herhangi bir yaptırım tehdidi ile karşılaşmamaları amacıyla, bu görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari veya cezai sorumluluğunun doğmayacağı yönünde düzenleme yapılmaktadır” denilmiştir.

53. Yürürlüğe girdiğinde kamuoyunda Çözüm Süreci Çerçeve Yasası olarak da nitelendirilen bu özel yasanın yukarıda gerekçesi belirtilen 4. maddesi son fıkrasında yasanın 2. maddesine atıfta bulunularak “…bu süreçte ilgili yasanın amacına hizmet etmek amacıyla görevlendirilen tüm bireylerin bu kapsamda yürüttükleri tüm çalışmalarında hukuki, idari ve cezai sorumluluklarının doğmayacağı” açıkça ifade edilmiştir.

54. Yasanın anılan hükümleri ve gerekçeleriyle birlikte tüm kapsamı göz önünde bulundurulduğunda, bu dönemde yapılan İmralı Görüşmeleri, 6551 sayılı Yasanın gerekçesiyle ilgili maddeleri gereği, Çözüm Süreci döneminde yürütülen tüm faaliyetler ve bu kapsamda İmralı’da yapılan görüşmeler yargılama konusu yapılamaz.

• Uluslararası Hukuk Kapsamında Parti Kapatma Davası

55. Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi (Venedik) Komisyonu, siyasi partilerin yasaklanması ve benzer tedbirlere ilişkin ilk raporunu (CDL-INF (98) 14) 12-13 Haziran 1998 tarihlerinde Venedik'teki 35. Genel Toplantısı’nda kabul etti. Demokratik Kurumlar Alt Komisyonu, 9 Aralık 1999'da Venedik'te yaptığı toplantıda siyasi partilerin yasaklanması ve benzer tedbirlere ilişkin taslak yönergeleri ve açıklayıcı raporu ayrıca tartıştı ve bunları genel kurul toplantısına sunmaya karar verdi. Venedik Komisyonu her iki belgeyi de kabul etti ve Parlamenterler Meclisine ve Genel Sekretere iletmeye karar verdi (41. genel kurul toplantısı, Venedik, 10 - 11 Aralık 1999).

56. Çoğulcu bir demokrasinin işleyişinde siyasi partilerin temel rolünü dikkate alan Venedik Komisyonu, görüşlerinde siyasi partilerin yasaklanması veya kapatılmasına ilişkin Yasaklama veya kapatmanın istisnai doğası, kapatma veya yasağın izlenen meşru amaçla orantılılığı, siyasi partilerin yasaklanması veya kapatılması prosedürü, adalet, usulüne uygun işlem ve şeffaflık ilkelerini güvence altına alma ilkelerini uygulamalıdır.

57. Demokratik bir toplumun temel unsuru olan ifade özgürlüğünün siyasi partiler ile partilerin aktif üyeleri açısından özellikle önemli olduğunu, siyasilerin ifade özgürlüğünü sınırlamaya yönelik müdahalelerin daha sıkı bir denetime tabi olması ve otoritelerin siyasilerden gelen eleştirilere daha çok tahammül etmeleri gerektiğini belirtmiştir (par.46). Aynı şekilde Castells/İspanya kararında da AİHM, ifade özgürlüğünün özellikle halkın taleplerini dile getiren seçilmiş siyasi temsilciler bakımından daha önemli olduğunu, bu nedenle de siyasilerin ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerde daha dikkatli olunması gerektiğini vurgulamıştır.

58. Venedik kriterlerinde siyasi parti kapatma, örgütlenme özgürlüğüne tüm müdahaleler gibi kanuni (Anayasal), meşru bir amaca yönelmiş, demokratik toplumda zorunlu ve ölçülü bir müdahale olmalıdır. Kanunilik kriteri bağlamında önemle vurgulanması gereken bir nokta, kapatma gerekçesi olarak sayılan eylemlerin varlığının ve örneğin siyasi partiyi bunların odağı kılacak derecede atfedilebilirliğinin demokratik hukuk devletinde kapatma gerekçesi olarak sayılabilecek eylemlerden olması ve bunlarla ilgili yargısal müdahalelerin kendilerinin de kanunilik, meşru amaç, demokratik toplumda zorunluluk ve ölçülülük kriterleri bağlamında değerlendirilmesi gereğidir. Meşru amaç kriteriyle bağlantılı bu saptama, herhangi bir siyasi partinin kapatılmasının çoğulcu demokrasiyi koruma amaçlı mı olduğu yoksa zedeleme amaçlı mı olduğunun değerlendirilmesi gereğine işaret eder. Parti kapatma, demokratik toplumda zorunlu olmalıdır. Bu çerçevede kapatma yaptırımı ile korunması amaçlanan, örneğin kamu güvenliği, devletin bütünlüğü vb. değerler “demokratik devlette kamu güvenliği”, “demokratik devlette devletin bütünlüğü” olarak okunmalıdır.

59. Venedik Komisyonu’nun 14 Aralık 2020 tarihli, 881/2017 sayılı raporu da önemlidir ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin 1308 (2002) sayılı kararını da sıklıkla vurgulamaktadır. Bu kararın “Avrupa Konseyi Üye Devletlerinde Siyasi Partilere İlişkin Kısıtlamalar” hakkındaki 11. paragrafında, AKPM siyasi partilerin sınırlandırılması veya kapatılmasının, istisnai tedbirler olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ancak partinin şiddete başvurması veya iç barışı ve ülkenin demokratik anayasal düzenini tehdit etmesi halinde ve “mümkün olduğunca, kapatmadan daha az radikal tedbirler uygulanmalıdır.” Dolayısıyla, devlet tarafından daha az kısıtlayıcı hiçbir yolun yeterli olmayacağı gösterilmek zorundadır. AKPM bu bağlamda AİHM'nin “siyasi partilerin demokrasinin düzgün işleyişi için gerekli bir örgütlenme biçimi olduğu” ve bir siyasi partiyi kapatma yetkisi istisnai durumlarla ilgili olmalı, dar bir şekilde uyarlanmalı ve yalnızca aşırı durumlarda uygulanmalı görüşlerine atıfta bulunmuştur.

60. Uluslararası insan hakları belgeleri örgütlenme özgürlüğü üzerinde ulusal güvenlik ve kamu düzeninin korunması amacıyla sınırlamalar getirebilmektedir. Bu tür önlemler demokratik bir toplumda nesnel ve gerekli olmalıdır, ayrıca söz konusu kısıtlamalar öngörülen amaçlar dışında uygulanamamalıdır. Yasaklama veya kapatma için bu tür nedenler mevzuatta listelenmiş olsa bile, yasağın ancak yasallık, ikincillik ve orantılılık olarak tanımlanan katı standartları karşılaması durumunda haklı görülebilmelidir.

61. Bir partinin yasaklanmasının veya kapatılmasının haklı olup olmadığı belirlenirken orantılılık konusunda katı mülahazalar uygulanmalıdır. AİHM'nin de belirttiği gibi “çoğulculuk olmadan demokrasi olmaz.” Bir siyasi parti bölgesel, dini veya azınlık partisi olduğu veya bir kimliği desteklediği için veya fikirleri olumsuz, popüler olmadığı veya saldırgan olduğu için yasaklanmamalı veya kapatılmamalıdır. Demokrasi ifade özgürlüğü üzerinde geliştiğinden “Bir siyasi grubu, yalnızca Devlet nüfusunun bir kısmının durumunu alenen tartışmak istediği için engellemenin hiçbir gerekçesi olamaz”. İlgili taraf şiddet kullanmıyor veya şiddet çağrısı yapmıyorsa ve sivil barışı veya temel demokratik ilkeleri tehdit etmiyorsa o zaman ne yasaklama ne de kapatma meşrudur. (2020 Raporu, p.114)

62. Sonuç olarak bir partinin hükümet eylemlerini eleştirmesi, anayasal düzenin barışçıl bir şekilde değiştirilmesini savunması veya belirli bir kişinin kendi kaderini tayinini desteklemesi tek başına bir partinin yasağını haklı çıkarmak için yeterli değildir. Demokrasinin kendisine zarar vermemek kaydıyla bir devletin mevcut örgütlenme biçimini sorgulayanlar dahi yasaklanamaz. (2020 Raporu, p.115)

63. Siyasi partilerin yasaklanması veya kapatılması yalnızca, demokratik anayasal düzeni yıkmak için siyasi araç olarak şiddetin kullanılmasını savunan veya şiddet kullanan ve bu şekilde anayasa ile güvence altına alınmış hakları ve özgürlükleri zayıflatan partiler söz konusu olduğunda haklı olabilir. Bir partinin Anayasa’nın barışçıl bir şekilde değiştirilmesini savunması tek başına yasaklama veya kapatılma için yeterli bir sebep olmamalıdır.

 

• HDP’nin Temelli Kapatılma İsteminin AİHM İçtihatları Işığında Değerlendirilmesi

64. Sözleşme’nin 11. maddesi çerçevesinde ele alınan siyasal parti kurma özgürlüğü, demokrasiyle ve demokratik bir rejimin temeli olan ifade özgürlüğü hakkı (10. madde) ve seçme ve seçilme özgürlüğü hakkını (1. Protokol 3. madde) kapsamaktadır.

65. Türkiye’de ise siyasi parti özgürlüğü, adeta resmi ideoloji ile sınırlandırılmaktadır. Aynı nedenlerle kapatılan siyasi partilerin başvuruları üzerine, Türkiye aleyhinde ihlal kararları çıkmasına karşın; siyasi partilere karşı yargı tehdidiyle temelli kapatma yaygın bir şekilde tehlikesi devam etmektedir. 1982 Anayasası ve 2820 sayılı SPK’nda partilerin uyacakları esasları düzenleyen kurallar, Sözleşme’nin ortaya koyduğu özgürlükçü anlayışın çok altında, daraltıcı ve yasaklayıcıdır. Türkiye demokrasisiyle özdeş görülen siyasi partiler sorunu, ancak AİHS hukukunu ve AİHM kararlarını doğrudan uygulamakla çözülebilir.

66. Seçme ve seçilme hakkı bakımından farklı görüşleri temsil eden siyasal partilerin, siyasal yaşama katılması ve görüşlerini serbestçe ifade etmeleri, demokrasinin vazgeçilmez koşuludur. Çoğulculuk olmaksızın halkın gerçek iradesinin seçim sandığına yansıdığı söylenemez. Bu nedenlerle AİHM siyasi partilerin kapatılmasını son derece istisnai durumlarla sınırlamıştır. Siyasi partilerin kapatılması ancak çok zorunlu ve ikna edici nedenlerle haklı görülebilir. Bu konuda devletlerin takdir yetkisi çok dardır. (TBKP/Türkiye p.46) “Mahkeme [AİHM], temel yaklaşımını ve genel ilkelerini Birleşik Komünist Parti ve Sosyalist Parti hakkındaki ilk iki davada belirlemiştir. Bu yaklaşım ve ilkeler ÖZDEP Davasında teyit edilmiş ve Yazar davasında ise siyasi partilerin korunmasını güçlendirerek gelişmiştir.”

67. AİHM’nin ihlal kararı verdiği siyasi partilerin temelli kapatılması başvurularında, siyasi partilerin kapatılma gerekçesi, “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı” eylemler ya da programlarında bu yönde ifadelere yer vermelerine dayanmaktadır. TBKP davasında parti programında “Kürt ve Türk halklarından” söz edilmesi, azınlık yaratılmaya çalışılması, “Kürt problemine bulunacak bir çözümün Kürtlerin serbest iradesine dayanması gerektiği” gibi ifadelerin, Anayasa Mahkemesi tarafından devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı görülmesi nedeniyle parti kapatılmıştır.

68. Sosyalist Parti’nin kapatılma nedeni de programında “Kürt ulusu” ve “Türk ulusu” diye iki ayrı ulustan söz etmesi, bir azınlık yaratması ve bir Kürt-Türk federasyonu kurulmasını önermesiydi. Böyle bir federasyon önerisi, Anayasa Mahkemesine göre ulusun birliği ve devletin bütünlüğüyle bağdaşamazdı. AİHM ise Sosyalist Parti kararında (Sosyalist Parti ve Diğerleri/Türkiye, 25.05.1998) çoğulculuk ilkesinin altını çizer. AİHM’ye göre parti programının devletin yapısına ve temel ilkesine aykırı olması, onun demokrasiyle bağdaşmadığı sonucunu doğurmaz. Demokrasinin temelinde farklı siyasal programların önerilmesi ve tartışılması yatar. O nedenle partinin kapatılması demokratik bir toplumun gerekleriyle bağdaşmaz.

69. HDP’nin temelli kapatılması talebi “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemleri” olduğu iddiasına dayanmaktadır. Siyasi partilerle demokrasi arasındaki yakın ilişki göz önünde bulundurulduğunda, temelli kapatma talebi, uluslararası standartlara aykırıdır. HDP’nin parti programında yasal çerçevede siyasetin demokratikleştirilmesi ve topluma ait kılınması, halkların kendi kendini yönetmesiyle güçlü, demokratik ve özerk yerel ve bölgesel yönetimler kurulması gerektiği; Kürt sorununda barış, eşitlik ve demokratik çözüm için mücadele edilmesi gerektiği şeklinde amaçlara yer verilmiştir. AİHM bir siyasi partinin programının ve tüzüğünün o partinin amaçlarını ve niyetlerini tespit etmek bakımından göz önünde bulundurulabilecek yegâne kriter olmadığını takdir etmekle ve Venedik Komisyonu da aynı prensibi vurgulamakla birlikte programın muhtevasını söz konusu partinin yönetici ve üyelerinin aldıkları tavırlar ve eylemleri ile karşılaştırmak gerektiğini belirtmektedir. Başsavcılıkça delil olarak gösterilen, parti üyelerinin katıldığı eylem ve yaptıkları konuşmalar incelendiğinde hemen tümünün ülkede yıllardır devam etmekte olan çatışmalara ilişkin olarak demokratik çözüm ve barış hedefine yönelik oldukları görülmektedir.

70. AİHM, Demokratik Toplum Partisi (DTP)/Türkiye kararı (3840/10, 3870/10, 3878/10, 15616/10, 21919/10, 39118/10 ve 37272/10, 12.01.2016) kararında müdahale için zorlayıcı bir toplumsal gereksinimin söz konusu olup olmadığını araştırırken esas olarak iki hususa ağırlık vermiştir: Mahkeme, önce DTP tarafından savunulan görüşlerin demokratik ilkelerle bağdaşıp bağdaşmadığını incelemiştir. Ardından partiye atfedilen eylem ve söylemleri değerlendirmiştir. Bu çerçevede de önce iki eş genel başkanının konuşmalarını ele almış, son olarak da DTP’nin diğer tavır ve tutumlarını gözden geçirmiştir.

71. DTP’nin kapatılmadan önce Türkiye’de Kürt sorununa barışçıl bir çözüm arayan başlıca yasal siyasal oluşum olduğuna dikkat çeken AİHM, bu noktada, önündeki davanın Herri Batasuna ve Batasuna/İspanya davasından farklı olduğunu belirtmiştir. DTP’nin amacına ulaşmak için şiddet kullanmayı açıkça reddettiği gerçeğine belli bir ağırlık tanıma gereği duyduğunu belirten AİHM, eş genel başkanların konuşmalarından da bu partinin şiddete son vermek için belli bir siyasal rol üstlenmek istediğinin anlaşıldığının altını çizmiştir. (DTP/Türkiye, p. 80). Sonuç olarak hem ortaya konan olguları hem partinin programını hem de açıklanan amaçlarını dikkate alan AİHM, AİHS çerçevesinde demokratik toplum kavramıyla bağdaşmayan herhangi bir siyasal tasarının varlığını saptamadığını belirtmiştir.

72. AİHM’nin DTP kararında belirttiği üzere, “A. Türk ve A. Tuğluk’un beyanlarından PKK’yı terörist olarak nitelendirmekten kaçındıkları da anlaşılmaktadır. Bununla birlikte kendi bağlamında ortaya konulan bu tür bir tutum, mutlaka, açıkça şiddeti destekleme anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda Mahkeme, özellikle başvuran parti yöneticilerinin Kürt sorununa barışçıl çözüm getirilmesi amacıyla partilerinin oynamak istediği arabuluculuk rolünü vurgulayan gerekçelerini dikkate almaktadır.” (DTP/Türkiye, p. 88-89). AİHM, DTP’nin demokratik toplum anlayışıyla bağdaşmayan bir siyasi proje ileri sürmediği ve şiddeti desteklemediği gerekçesiyle partinin kapatılmasının 11. maddeyi ihlal ettiği sonucuna varmıştır.

73. HDP hakkında açtığı bu davada, kapatma ve bazı siyasi yasak kararlarının oluşabileceği göz önüne alındığında böylesi bir durumun Sözleşmeyle korunan bir dizi hak açısından (AİHS 6, 10, 11, 14, 18 ve Ek 3 No’lu Protokolün 1. Maddeleri) bir müdahaleyi ortaya çıkaracağı aşikârdır.

74. HDP’nin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı eylemlerin odağı haline geldiğini sadece HDP üye ve yöneticilerinin katıldıkları eylem ve etkinliklerle, açıklamaları dayanak gösterilmiştir. Barışçıl gösterilere katılım, siyasi parti faaliyetinde bulunma, düşünce ve ifade hürriyeti kapsamındaki açıklama içerikleri gözetildiğinde, HDP’nin odak halini almasını gerektirir değerlendirme temel hak ve hürriyetlerin ihlaline sebebiyet vermektedir.

75. HDP’nin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı eylemlerin odağı olduğu iddiasına dayanak olarak, 451 kişi hakkındaki suçlamalar gösterilmiştir. AİHM, Işıkırık/Türkiye kararı, İmret/Türkiye ve Bakır ve Diğerleri/Türkiye (10/07/2018) kararları, Selahattin Demirtaş/Türkiye No:2 Büyük Daire kararı, Gözel ve Özel/Türkiye kararıyla, iç hukuk kapsamında temel hak ve hürriyetlerin yapısal bir sorun olarak yasal mevzuat ve yargı pratiğiyle ihlal edildiğini belirtmiştir. Bu kapsamda, temel hak ve hürriyetleri ihlal edici yargılama pratikleri üzerinden, HDP’nin odak halini aldığı iddiası temelsizdir.

76. AİHM, Dicle-DEP/Türkiye kararında; “Kürt sorununa siyasi çözümü, Kürt kimliğinin tanınması ve ayrılıkçı veya otonom bir idare kurmak olduğunu ifade eden eski başkanın” sözlerinin demokrasinin temel ilkelerine ters düşmediğini kabul etmiştir. Yine Venedik Komisyonunun, yukarıda vurgulanan görüş ve rehber ilkelerine göre AİHM, parti programlarının belirli bir devletin mevcut ilke ve yapılarıyla bağdaşmayabileceğini, ancak demokrasinin özü olarak “çeşitli siyasi programların önerilmesine ve tartışılmasına izin vermeye hizmet edebileceği için demokrasinin kurallarıyla uyumlu olabileceğini belirtmiştir. Demokrasinin kendisine zarar vermemek kaydıyla bir Devletin mevcut örgütlenme biçimini sorgulayanlar bile yasaklanamaz.” (Venedik Komisyonu’nun 14 Aralık 2020 tarihli, 881/2017 sayılı raporu, p. 115)

77. Odak olma kriteri bağlamında iddianamede sayılan eylemler, iddia edildikleri gibi gerçekleşmiş olsalar dahi bunların partinin meşru etkinliklerine oranının partiyi, yasaklanacak bir “odak” kılmaya yetip yetmediği ve ne şekilde yeterli sayıda bulunduğu açıklanmamıştır. Oysa bu noktanın değerlendirilmesi sayılan eylemlerin tamamına yakınının ifade/düşünce suçları olması nedeniyle son derece önemlidir. Kamu düzeni ve/veya güvenliği bakımından “açık ve yakın (mevcut) tehlike” kriterinden bahsedilen yerlerde bu kriterin -içeriği hiçbir şekilde anlaşılmadan- şablon olarak kullanıldığı gözlemlenmektedir. Aynı şekilde AİHM’nin tespit ve kararları da şablon olarak iddianameye alınmış, anılan eylemlerle ilişkili bir değerlendirme yapılmamıştır.

78. Kapatma yaptırımının iddia edilen meşru amaçlarla orantılı olup olmadığı sorunu üzerine odaklanmak gerekirse; AİHM’ye göre ancak siyasal çoğulculuğa ya da temel demokratik ilkelere yönelik tehdit gibi ağır ihlaller bir siyasal partinin faaliyetlerinin yasaklanmasını haklı kılabilir. Kimi fikirler ve kullanılan terimler, dile getirilen talepler yetkililerce ne denli kabul edilemez görünürse görünsün şiddete çağrı ya da temel demokratik ilkelerin reddi dışındaki durumlarda toplanma ve ifade özgürlüklerini ortadan kaldırmayı öngören radikal önlemler demokrasiye zarar verir, hatta çoğu zaman onu tehlikeye atar (DTP/Türkiye, p.101).

79. Demokrasinin temel özelliklerinden birinin, bir ülkenin karşılaştığı sorunları, şiddete başvurmadan, diyalog yoluyla çözümleme olanağı sağlaması ve siyasal çoğulculuğun gereklerini de yeterince dikkate alınması gerekir.

80. HDP’nin Anayasa’daki ilke ve prensiplere aykırı olarak farklı bir dil kullanımına, anadilde eğitime, özerk bölgeler esasına dayalı bir devlet sistemine vs. ilişkin taleplerinin demokrasiye aykırı bir yönünü bulunmamaktadır. Kaldı ki HDP’nin tüzük ve programının hiçbir yerinde politik amaçlarını şiddet yolu ile gerçekleştireceğine dair herhangi bir ibare, ifade bulunmamaktadır. Parti yönetici ve üyelerinin de bugüne kadar bu yönlü bir açıklama ve söylemi olmamıştır. Şu hali ile dosyadaki delil durumu HDP’nin kapatılması gibi ağır bir sonucu gerçekleştirmek için yeterli değildir.

81. HDP’nin kapatılması ya da farklı bir yaptırıma maruz bırakılması acil bir sosyal ihtiyaca dayanmadığı gibi demokratik bir toplumda gerekli, zorunlu ve orantılı bir tedbir olmayacaktır.

 

SONUÇ ve ÖNERİLER:

Anayasa Mahkemesi’nin Diyarbakır Barosu’nun mahkeme arkadaşı(amicus curiae) sıfatı ile sunduğumuz bu görüşümüzün gözetilerek, temel hak ve özgürlükler ve hukukun üstünlüğünün ölçüt alınarak karar verilmesi, HDP açısından temelli kapatma ve 451 siyasetçi açısından talep edilen siyasi yasak talebinin reddedilmesi gerektiği görüşündeyiz.

 

Diyarbakır Barosu

Av. Nahit EREN