Kullanıcı deneyiminizi artırmak için uygulamamızı indirebilirsiniz.
- Baromuz
- Merkezler & Komisyonlar
- Komisyonlar
- Merkezler
- Raporlar
- Duyurular
- Yayınlar
- Baro Bültenleri
- Diğer
- İletişim
06.02.2014
BASINA VE KAMUOYUNA
İnsanların doğuştan itibaren eşit yaratıldıkları söylenmekle birlikte doğumdan sonra bu eşitliğin çeşitli çevresel etmenler, ülkelerin sosyo-ekonomik,hukuksal gelişmişlik düzeyleriyle ve inançsal değerlerin yanlış yorumlanarak erkekler lehine yontularak toplumun katı ataerkil bir kalıba sokulması nedeniyle, kadınların toplumsal hayatın dışına itilmesiyle kadınlar aleyhine bozulduğunu bu yüzyılda bile halen görmekteyiz.
Ne yazık ki birkaç yıl içinde adeta kronikleşerek ülkemizin her noktasında artış gösteren, ortak bir sorun haline gelen kadına şiddet, kadının yaşam hakkının ihlali niteliğindeki olaylar, muhafazakar, kapalı aile yapısına sahip olan Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde daha da kanayan ve gittikçe derinleşen bir yara haline gelmiştir.
Ülkemiz, bölgemiz ve insanlık adına büyük bir yıkım ve utanç olan olaylardan bir tanesini en son Viranşehir’de çocuk denecek yaşta henüz 19 yaşındaki H.G’ nin 8.5 aylık hamile olduğu fark edilerek, annesi tarafından evlendirilmek istenmiş, kürtaj da yapılamamış ve can güvenliği tehdidi ile karşı karşıya kalınca koruma amacıyla, H.G kadın sığınma evine sığınmış ancak ona hiçbir şey yapılmayacağını, işin sözde tatlıya bağlanacağını iddia eden 2 akrabası tarafından sığınma evinden alınarak Viranşehir’ e götürülürken karnındaki bebeğiyle birlikte önce birçok kez darp edilerek, sonra iple boğularak ve son olarak da tüm bu vahşet yetmezmiş gibi kör bir kuyuya atılarak töre adına hayatına son verilmiştir.
Geleneksel aile yapılarının kültürel etkililiği sorunun varlığında önemli bir bağımlı değişken niteliktedir. Yani töre/namus cinayetlerinin gerçekleşmesinde geleneksel geniş aile yapısının etkisi bulunmaktadır. Bu aile yapısında medeni haklar açısından kadına biçilen rol ve işlevler son derece kısıtlıdır. Ailenin karar verme süreçlerine etkisi olan aile büyükleri bulunmaktadır. Bu meclis erkek egemen bir meclistir.
Çoğu kez bu aile üyeleri eğitimli ve toplumda bilinen şahsiyetler dahi olsalar bu işlenen cinayetlere karşı çıkamamış, çıkmamış ve çekinik kalmışlardır. Cinayetlerin işlenmesinin önemli değişkenlerinden birisi de toplumsal/ çevresel baskılardır.
*H. G. ve diğer birçok kadın cinayeti olayında olduğu gibi ceza yasasındaki boşluktan yararlanarak bu olaylarda suçun genelde çocuklara yaptırıldığı ya da çocukların üzerine yıktırıldığı görülmektedir. Olayların hukuki boyutunda azmettirenlerin genelde değerlendirme dışı kaldıkları görülmektedir.
Yargılama sürecinde, yargıya hakim olan erkek egemen zihniyetle, taktiri indirimlerin benzer dosyalarda uygulanması, sanık katillerin toplumca mazur görülme çabası ve isteği ile de hiçbir maruz açıklaması olamayacak bir cinayetin, sırf bu indirimlerden faydalanmak için, namus adına işledik mazereti ardına ve haklılığına büründürme çabası da kabul edilemez bir durumdur.
*Söylenmesi ve vurgulanması gereken en önemli noktalardan biri ise olayın tam bir ihlaller ve ihmaller zinciri olduğudur. H.G’nin canına kastedilip öldürülmesi öncelikle geniş anlamıyla anayasada ve diğer uluslararası belgelerde koruma altına alındığı vurgulandığı gibi bir İNSAN HAKKI ihlalidir,
*ikinci olarak 19 yaşını henüz dolduran bir çocuk olması,olayın neredeyse aylar öncesine dayanması ve karnında bir bebek taşıyor olması sebebiyle aynı zamanda BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi gibi yine uluslararası düzeyde korunması hasebiyle ÇOCUK HAKKI İhlalidir.
*Son olarak da her toplum ve her kültürde ulusal ve uluslararası hukuk alanında anneye ve kadına verilen değer nedeniyle küçük bir kadının katledilmesi bir KADIN HAKKI ihlalidir.
Konunun diğer bir boyutu olan ihmalin var olup olmadığını anlayabilmek için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde kurulan Kadın sığınma evlerinin sayısının ve en önemlisi var olan sığınma evlerinin işlerliği ve denetim, gözetim yeterliliğinin sorgulanması ve sorgulanabilirliği sorusunun sorulması gerektiği düşüncesindeyiz.
Sığınma evlerinde barınan kadınların akrabalarına bırakın iade edilmesini, akrabalarıyla görüştürülebilmesi için bile iyi bir denetimin ve araştırmanın yapılması gerekir. Devlet üzerine düşen görevi titizlikle yerine getirmedikçe, bu ve bu gibi birçok teknik ve hukuki sorunun cevabı bulunmadıkça hiçbir şiddet sorunu çözüme kavuşturulamayacaktır.
Şanlıurfa Barosu, Diyarbakır Barosu avukatları ve kadın hakları komisyonu üyeleri olarak tüm meslektaşlarımızı, STK’ları,ilgili kurum ve kuruluşları, ve tüm insanlarımızı bu gibi acı ve ülkemizin hukuk, adalet tablosu açısından utanç verici olayların karşısında olmayı, bu konuda topluma bilinç kazandırma konusunda işbirliğine davet ediyoruz.Her türlü şiddeti olduğu gibi kadına karşı şiddetin ,töre ve benzeri adlar altında yapılan kadın kıyımlarının önlenmesi için üzerimize düşen her türlü hukuki ve sosyal sorumluluğun bilincinde olduğumuzu tekrar vurgulayarak;Şanlıurfa Barosu olarak H.G ve diğer kadın cinayet davalarının titizlikle takipçisi olduğumuzu bu tür olayların tekrar yaşanmadığı, ve son bulacağı ana dek mücadele edeceğimizi belirtmek isteriz.
Son olarak; Kadınlar ölmesin diyoruz her bir kadın öldükçe ‘insanlığımız’ ölüyor.
Şanlıurfa Ve Diyarbakır Barosu Avukatları