Uygulamamızı İndirin

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için uygulamamızı indirebilirsiniz.

Hemen İndir
Adli yıl açılış konuşması

01.09.2014

 

 


1 Eylül 2014

Değerli basın emekçileri;

Saygıdeğer meslekteşlarım,

 

Bir Adli Yıl açılışı nedeniyle yine bir aradayız.

 

Geçen yıl adli yıl açılışı vesilesiyle, yine tam burada, bu Adliye Binasının önünde sizlere hitap etmiş, meslektaşlarım adına toplumsal, hukuki,yargısal ve mesleki sorunlarımıza ilişkin görüş ve taleplerimizi dile getirmiştik. Yeni adli yılın insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygının sağlandığı, adaletsizliklerin sona erdiği bir yıl  olması dileğinde bulunmuştuk.

 

Ne yazık ki, geçtiğimiz bir yılda Türkiye’de ve Dünyada insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygı sağlanamadığı gibi, Türkiye’de toplumun hak ve adalet  sorunu da bütün ağırlığıyla varlığını sürdürmüştür.

 

Demokratik ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir toplumda, bireyin ve toplumun en temel güvencesi bağımsız ve tarafsız yargıdır. Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı hep sorun olmuştur. Geride bıraktığımız yıl yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlenmesi bir yana, yargının içinde olduğu içler acısı durum bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Bir yandan yargı içindeki ideolojik-politik klik ve gruplaşmaların varlığı ayyuka çıkmış, öte yandan geçtiğimiz Aralık ayında İstanbul’da başlatılan bir yolsuzluk soruşturması ve yargı içindeki bir yapının tasfiyesi gerekçe gösterilerek dünyanın demokratik olmayan ülkelerinde bile görülemeyecek nitelikte yargıya müdahaleler yapılmış, yapılmaktadır. Yargıda tam bir kaos yaşanmaktadır. Toplumun yargıya ve adalete olan çok sınırlı güveni de tümüyle aşınmış, Anayasa Mahkemesinin istisnai bir iki kararı dışında Türkiye’deki yargının adalet üretmediğini artık herkes anlamıştır.

 


Yargılama faaliyeti yapan ve adaleti yerine getirmekle görevli mahkemelerin, yani yargının her türlü otorite ve güç odağından bağımsız olmadığı, tam bir tarafsızlık içinde görevini yapmadığı, diğer bir ifadeyle tarafsız ve bağımsız olmadığı bir düzende ne bireyin güvenliği ve özgürlüğünden ne de toplumsal barıştan söz etmek mümkündür. Yargı, Devlet ve iktidardan bağımsız olması gerektiği gibi; aynı zamanda resmi veya gayri resmi her türlü ideolojik, politik düşünce ve inançsal eğilimlerden de bağımsız olmalıdır.  

 

Yargılama sırasında azami tutukluluk süresinin beş yılla sınırlanması ve Anayasa Mahkemesinin uzun tutuklulukla ilgili bazı kararları üzerine, belli bazı davalarda tahliyeler yaşanmışsa da, gerek Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Kanunun örgüt suçlarına ilişkin hükümleri, gerekse yargının bu hükümleri yorumlama biçimi ve uygulamasının yol açtığı hukuksuzluk ve adaletsizlikler devam etmektedir. Hala binlerce insan ya bu nedenle cezaevlerinde ya da cezaevine girmeyi beklemektedir. Keza çeşitli hastalıklar nedeniyle cezaevlerinde ölümle pençeleşen onlarca hükümlü veya tutukluların sorununa da, yaşam hakkını koruyucu uygun bir çözüm getirilmemiştir.

 

Yine 1980 Askeri Darbe döneminde Diyarbakır Cezaevlerinde ve 1990’lı yıllarda devlet görevlileri tarafından işlenen insanlığa karşı ağır suçların sorumlularının soruşturulmasının niyet ve iradesinin bulunmadığı da ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları hukukuna ve uluslararası mahkeme kararları göz ardı edilerek insan haklarının ağır ihlaline ilişkin binlerce suç dosyası zaman aşımına uğradığı gerekçesiyle ortadan kaldırılmaktadır.

 

Bu uygulama, Kürt Sorunun barışçıl ve demokratik çözümü yolunda sosyal barışı ve toplumsal bütünlüğü sağlamayı hedeflediğini ileri süren Hükümetin inandırıcılığını örselemektedir. İnsan haklarının ağır ihlali ve bu ihlallerden sorumlu devlet görevlilerinin soruşturulmaması sorunu sadece geçmişe ait bir mesele de değildir. Yakın zamanda Roboski’de ve kısa bir süre önce Lice’de sivil insanların ölümü ve sonrasında Devletin adli ve idari makamların tutumu sorumluların adalet önünde hesap vermeyeceklerini göstermiştir. Diyarbakır Barosu olarak sivil-masum insanlara karşı işlenen bu suçların takipçisi olmaya devam edeceğimizin bilinmesini isteriz.

 



Bu vesileyle adalet olmadan barışın da sağlanamayacağını her fırsatta yetkililere hatırlatıyoruz.

 

Yetkililerin öteden beri savunmayı ve savunma mesleğinin temsilcisi avukatları yadsıyıcı ve dışlayıcı tutumu, bu yıl Ankara’daki Adli Yıl Açılışı Töreni ile bir kez daha gözler önüne serilmiştir.  Şu saatlerde Ankara’da da yapılmakta olan Adli Yıl açılışına, Türkiye Barolar Birliği Başkanının Danıştay’ın 146. kuruluş yıldönümündeki konuşması gerekçe gösterilerek başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere, Başbakan ve Adalet Bakanı dâhil hiç bir Hükümet yetkilisinin katılmaması kabullenilebilir bir durum değildir. TBB Başkanının konuşması uzun ve rahatsız edici bulunmuşsa da, yargının asli bir unsuru olan savunmanın temsilcisinin açıklamalarını dinlemek, ona tahammül etmek demokratik bir ülkede ifade özgürlüğünün ve savunma hakkına saygının bir gereğidir.

 

Hiç şüphesiz her adli yıl açılışında, bireylerin hak ve adalet mücadelesininin en temel ve vazgeçilmez unsuru olan avukatların ve  avukatlık mesleğinin sorunlarının çözümüne dair beklentilerimizi ve taleplerimizi de dile getiriyoruz. 

 

Mesleğimizin sorunları da her geçen büyüyerek ağırlaşmaktadır. Bir yandan kaliteli bir hukuk eğitimi sunamayan ve sayıları her gün giderek artan hukuk fakülteleri, diğer yandan meslektaşlarımızın ekonomik sorunları avukatlık mesleğininin geleceğini tehdit etmektedir.

 

Neredeyse her gün ya yeni bir düzenleme ile ya da yargının bir kararıyla avukatların kazanımları ellerinden alınmakta, mesleki faaliyet alanı daraltılmaktadır. En son Danıştay 8. Dairesinin Avukatlık Asgari Ücret tarifesinin bazı maddelerine bir yürütmeyi durdurma kararıyla; “seri davalarda tek avukatlık ücreti” ve “idari yargıdaki duruşmalı işlerde avukatlık ücretinin ortadan kaldırılması” gibi  avukatın hakkı olan ücretin kısıtlanması  yoluna giden Kabul edilemez bir karar vermiştir.

 

Yürütme ve yargı el birliğiyle avukatları güçsüzleştirerek etkisiz kılmak, avukatlık mesleğini ise itibarsızlaştırarak işlevsizleştirmek ve geleceğini yok etmek için her fırsatı kullanmaktadır.

 

Değerli basın emekçileri;

Yine son iki yıldır Adli Yılın ilk günü ile 1 Elül Dünya Barış Gününün birleşmesi nedeniyle yeni adli yılın BİR BARIŞ YILI OLMASI dileğimizi de ifade ediyoruz. Geride bıraktığımız yılda da Türkiye’de barış çabaları henüz başarılı bir sonuca ulaşmadığı gibi,  yanı başımızdaki ülkelerde, özellikle Suriye ve Irak’ın tümü ile Rojava, Filistin ve Güney Kürdistan coğrafyası BARIŞ YERİNE, KURALSIZ VE ACIMASIZ SAVAŞLARA SAHNE OLMUŞTUR. Halen bizi de doğrudan ve yakıcı şekilde etkileyen Ortadoğu’daki savaş milyonlarca insan için hayatı bir cehenneme çevirmiştir.

 

Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, son üç yıldır Suriye’de yaşanan iç savaşta, bu ülkenin nüfusunun yarısı yerinden olmuş,yüz binlerce insan yaşamını yitirmiş, yaralanmış sakat kalmıştır. Rojava / Batı Kürdistan halkı uzun bir süredir hiç bir hukuki, ahlaki ve hatta dini kural ve değer tanımayan başta El Nusra ve daha sonra IŞİD/İD gibi gruplara karşı amansız bir mücadale vermiş,meşru savunmasıyla kendini katliamlardan korumaya çalışmaktadır. Roajava halkının meşru savunması karşısında başarılı olamayan IŞİD adlı yapı, Suriye ve Irak ordularından elde ettiği dünyanın en modern ve etkili silahlarıyla bu kez Musul ve Şengal bölgesine yönelmiş, başta Kürt Ezidi halkı olmak üzere, Şii Arap, Türkmen ve Hiristiyanları barbarca yöntemlerle etnik temizliğe tabi tutmuş, insanlığa karşı en ağır suçlar olan savaş suçu ve soykırım suçlarını hunharca işlemiş/işlemeketdir.

 

Dünyanın farklı ülkelerinden gelerek Suriye ve Irak’ta oluşan ve kendilerine IŞİD/İD diyen bu vahşi gruplar;  salt farklı din,inanç veya etnik bir gruba mensup olması nedenyle insanların kafasını yakınlarının gözü önünde kesiyor, insanları toplu şekilde infaz ediyor, kadınlara tecavüz ediyor, hiç  bir insani değer tanımadan bu eylemleri füturusuzca kayıt altına alıp medayada yayınlıyor, insanlığa meydan okuyor.

 

Tarihte çok büyük felaketler yaşamış halklar, bu gün yeni bir musibetle karşı karşıyadır. Yüzbinlerce Kürt Ezidi,vahşi eylem ve saldırılar altında yaşam alanlarını terk etmiş halen de göç halindedir. Tarihte bir çok kez katliam ve soykrımlara maruz kalmış Kürt Ezidi toplumunu korumak insane bir görev olduğu gibi, Ezidi halkımıza tüm imkanlarımızla sahip çıkmak,emsalsiz bir dayanışma göstermek Kürt halkının kaçınılamaz bir sorumluluğudur. Tüm toplumu bir kez daha Kürt Ezidi halkıyla dayanışmaya çağırıyoruz.

 

Barışın temeli eşitlik, özgürlük ve adalettir. Büyük tarihsel adaletsizliklere uğrayan ve demokratik hakları için yüz yılı aşkın bir süredir amansız bir mücadele veren KÜRT HALKI BARIŞ VE ADALETİ HAK EDİYOR…

 

Saygılarımızla,

 

 

Diyarbakır Barosu YK. Adına

 

Av. Tahir ELÇİ / Baro Başkanı