Kullanıcı deneyiminizi artırmak için uygulamamızı indirebilirsiniz.
- Baromuz
- Merkezler & Komisyonlar
- Komisyonlar
- Merkezler
- Raporlar
- Duyurular
- Yayınlar
- Baro Bültenleri
- Diğer
- İletişim
26.06.2019
Bugün 26 Haziran, bugün Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ilan edilmiş olan İşkence Görenlerle Dayanışma günü…
1997 yılında BM Genel Kurulu, “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme’sinin taşıdığı önem nedeniyle 26 Haziran’ı işkence görenlerle dayanışma günü olarak ilan etmiştir.
İnsanlığa Karşı bir Suç olan İşkence Mutlak Olarak Yasaktır!
Öncelikle yıllardır bıkmadan, usanamadan ısrarla dile getirdiğimiz bir hakikati yetkililere bir kez daha hatırlatmak istiyoruz: İşkence ve kötü muamelede bulunmak mutlak olarak yasaktır. İnsan hakları hukuku bakımından işkence yasağı normu, yaşam hakkının ve kişinin, hiç kimsenin dokunma hakkı olmadığı bedensel ve zihinsel bütünlüğünü koruma talebinin bir sonucudur.
Bu yasak uluslararası hukukta normlar hiyerarşisi açısından üstün bir kural, başka bir deyişle buyruk kural niteliğindedir. İşkence yasağı hiçbir koşulda istisnaya tabi tutulamaz, işkence yasağının esnetilmesi için herhangi bir çekince ileri sürülemez. Yetkili makamlarda bulunanlar bu konuda emir ve talimat veremez.
Bu tespit, biz insan hakları savunucularının keyfi bir söylemi değildir. Nitekim, Türkiye’nin de altına imza attığı BM İşkenceye Karşı Sözleşmesi’nin 2. maddesinin 2. paragrafında da aynen şöyle denilmektedir: “Hiç bir istisnai durum, ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dâhili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez”. Bir başka deyiş ile, neyle suçlanırsa suçlansın hiç kimse işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarına maruz bırakılamaz.
İşkence yasağı Ulusal üstü belgeler, bildirgeler ve anlaşmalarda, iç hukukta belirtilmiştir. Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi (m.5), BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (m.7), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ( m.3), BM İşkenceye Karşı Sözleşme, Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü ( m.7) ve iç hukukta da Anayasa ( m.17), TCK ( m.94) işkenceyi açıkça yasaklamaktadır.
İşkencenin, bireyin bedensel ve ruhsal bütünlüğünü bozarak kasti ve amaçlı bir şiddet uygulaması olduğu, kişinin benlik duygusunu yok ederek sindirmeyi, caydırmayı hedeflediği bilinmektedir. Öte yandan, işkencenin görünür kılınması, övülmesi, cezasızlıkla ödüllendirilmesi dikkate alındığında onun sadece bireye yönelik bir saldırı olmadığı, başta işkence görenlerin yakınları olmak üzere tüm topluma verilen bir gözdağı olarak da kullanıldığı açıktır.
Ne yazıktır ki, İŞKENCE gündelik hayatın içinde herkes tarafından hissedilir, yaygın bir pratik hale getirilmekte…
Açıklamamızın ekinde yer alan “İşkence başlığında son döneme yönelik kısa değerlendirme” notunda yer verildiği gibi, ülkemizde son yıllarda, kişileri cezalandırmaya ve/veya yıldırmaya ve/veya otorite kurmaya yönelik ve/veya bir ceza muhakemesinin (itiraf almak veya bilgi edinmek/“delil toplamak” amaçlı) bir aracı olarak işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının büyük artış gösterdiğine işaret eden ciddi ve geniş alana yansıyan tespitler ve iddialar bulunmaktadır. Resmi gözaltı merkezlerinde, resmi olmayan gözaltı yerlerinde, sokakta, cezaevlerinde hemen her yerde işkence uygulamaları, yanı sıra toplantı ve gösterilerde güvenlik güçlerinin “işkence” düzeyine ulaşan “aşırı ve orantısız güç kullanarak müdahalesi” yaygınlaşmıştır. Ayrıca, toplumun farklı kesimlerinde iktidarın kontrolünü ve baskısını artırmak, dehşet ve korku yaymak amacı ile işkencenin ve diğer kötü muamele biçimlerinin uygulandığına tanık olunmaktadır. Diğer taraftan, insan hakları ile ilgili yasalar alanında –işkencenin ve diğer kötü muamele biçimlerinin yasaklanmasına ilişkin düzenlemeler de dahil olmak üzere- son dönemde son derece yıkıcı ve uzun süreli etkileri olabilecek gelişmeler olmuştur.
Sadece içinde bulunduğumuz aylarda Urfa Halfeti ilçesinde ve Ankara’da işkenceye maruz kalan insanların kendi ya da yakınlarının ve avukatlarının mahkeme tutanaklarına da yansıyan anlatımları, kendi kurumlarımız dahil ilgili kurumların raporlarında belgelenen işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının gündelik hayatın içinde herkes tarafından ne denli hissedilir ve ne denli yaygın bir pratik hale getirildiğini ortaya koymaktadır:
Cezasızlık Politikası sıradanlaştırılarak, kural haline getirilmeye çalışılmaktadır
Devlet ve kamu görevlilerinin söylemleri, tavırları ve yaklaşımları işkencenin ve diğer kötü muamele şekillerinin önlenmesinde önemli unsurlardır. Ancak, yine açıklamamızın ekinde yer alan kısa değerlendirme notunda yer verildiği gibi, son dönemde devlet ve kamu görevlilerinin işkencenin ve diğer kötü muamele şekillerinin yasaklanmasına yönelik olumsuz tavırları, yanı sıra yine son dönemde adeta cezasızlığı “güvence” altına almaya yönelik yasal düzenlemeler ile daha ciddi bir hal almıştır. Her zaman belirttiğimiz gibi, cezasızlığın arkasında yatan köklü neden işkence iddialarına yönelik bütün iddiaların ivedilikle, eksiksiz, tarafsız, bağımsız ve etkili bir şekilde soruşturmaya konu edilmemesidir. Failler genellikle hiç ceza almamaktadır. Siyasi iktidar aynı zamanda işkenceyi “terörizm ile mücadele”, “olağanüstü hal”, “milli güvenlik” ve “kamu düzeni” adı altında meşrulaştırma eğilimindedir.
İşkence uygulamaları derhal sonlandırılmalı ve işkenceye maruz kalanların “telafi/zararın karşılanması” haklarının gerekleri yerine getirilmelidir
Öncelikle, işkence uygulamaları derhal sonlandırılmalıdır.
2 Haziran 2016 tarihinde yayınlanan BM İşkenceye Karşı Komite’nin (CAT) Türkiye’nin Dördüncü Periyodik Raporundaki 47 öneri kapsamında yer verilen Türkiye Devleti tarafından “İşkencenin mutlak bir şekilde yasak olduğunun belirsizliğe mahal vermeyecek şekilde yeniden teyit edilmesi ve işkence suçunu işleyen, bu suça iştirak eden veya göz yumanların kanun karşısında kişisel olarak sorumlu tutulacağına, ceza yargılamasına tabi tutulacağına ve cezalandırılacağına dair açık bir uyarı verilerekişkence uygulamalarının kamuya açık bir şekilde kınanması.” tavsiyenin gerekleri yerine getirilmelidir.
Hızlı ve etkin biçimde soruşturarak işkence iddialara açıklık kazandırmak ve her şeyden önemlisi işkenceyi durdurmak tümüyle devletin görevidir.
Bu nedenle bugün ve geçmişte gerçekleşen tüm işkence suçlarına yönelik etkin ve tarafsız bir soruşturma sürecine dayalı olarak yargı önüne çıkarılmalı, her düzeydeki sorumlular cezalandırılmalı ve cezasızlık politikası sonlanmalıdır.
İşkence iddiaları karşısında Devlet, tüm kurumlar ve hekimler hukuki soruşturmalarını ve tıbbi belgelemeyi İstanbul Protokolü ilkelerine göre yürütmekle yükümlüdürler. Aksi bir tutum suçtur.
İstanbul Protokolü ilkelerine dayalı olarak, işkenceye ilişkin iddiaların hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulması, bağımsız heyetlerce araştırılması, adli yargılama süreçlerinin her aşamasının uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun olarak yapılması gerekmektedir.
Yanı sıra, bugüne kadar işkenceye maruz kalan tüm insanların Türkiye’nin de altına imza attığı uluslararası sözleşme ve belgelerde yer alan “telafi/zararın karşılanması” haklarının gerekleri tüm boyutları ile yerine getirilmesinin sağlanması da devletin görevidir. İşkence suçunun faillerinin tespit edilmesi, yakalanması, kovuşturulması ya da mahkûm edilmesinden bağımsız olarak işkence ye maruz kalan her bir insanın “telafi/zararın karşılanması” hakkı “etkili bir hukuk yolu” ve “onarım” kavramlarını kapsamaktadır. Kapsamlı bir onarım kavramı, hakların yeniden kazanımı, maddi tazminat, rehabilitasyon, tatmin ve ihlallerin bir daha tekrarlanmama garantilerini içermektedir.
İşkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının önünü açan, cezasızlık zırhını kuvvetlendiren tüm düzenlemeler, başta OHAL’i fiilen devam ettiren 7145 sayılı yasa ve yine OHAL döneminde çıkartılan KHK’ler ile usuli güvenceleri ortadan kaldıran yasal düzenlemeler olmak üzere, iptal edilip, işkence mutlak yasağını güvence altına almaya yönelik düzenlemeler bir an önce gerçekleştirilmelidir.
İşkencenin önlenmesinde önemli bir araç olarak BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokol (OPCAT) uyarınca oluşturulması gereken bağımsız ve tarafsız ulusal önleme mekanizması işlevini üstlendiği ifade edilen Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun kaldırılmasını, OPCAT ve BM İşkenceyi Önleme Alt Komitesi (SPT) önerileri ışığında amaca yönelik etkin bir Ulusal Önleme Mekanizması oluşturulmasına yönelik ilgili tüm tarafların katılımı ile bir hazırlık süreci planlanmalı, alıkonma yerleri tüm sivil ve demokratik kitle örgütlerinin denetimine açılmalıdır.
Devlet yetkililerinin, siyasal iktidarın basın yoluyla kullandığı aşağılayıcı, kışkırtıcı, işkenceyi ve işkenceciyi öven şiddet dilinin sonlandırılmalıdır.
İşkence mutlak yasağının sağlanması tümüyle devletin bir görevi olmakla birlikte, bu konuda toplum olarak bizlerin de sorumluluğunu hatırlatmak isteriz.
Bu kapsamda insan hakları kurumları bugün ve bugüne kadar işkenceye maruz kalan tüm insanlardan toplum adına aynı zamanda en azından bir özür dileme ortamlarıdır.
Yanı sıra bir kez daha hatırlatmak isteriz ki, Urfa’dan, Ankara’dan, Türkiye’den yükselen işkence iddiaları karşısında bizler hiçbir şekilde sessiz kalmayacağız. Dünyada da özel bir yeri olan tüm birikimimize ve varlık sebebimize dayalı olarak işkenceye maruz kalanların tespit ve belgelenmesi, rehabilitasyon dahil onarım ve hukuki süreçlerinde etkin görevimizi kararlılıkla sürdüreceğimizi bir kez daha yineliyoruz.
Sonuç olarak; şiddetin her türünün sistematikleştiği ve sıradanlaştığı, uzun yıllardır sorgulanan hukukun üstünlüğü kavramının, kökleştirilen OHAL zihniyeti ve kalıcılaştırılan OHAL sürecindeki gelişmelerle önemli ölçüde işlemez hale geldiği, kâğıt üstündeki kadarı ile bile mevcut olmayan anayasal ilkelerin, yasal kural ve güvencelerin işlevlerini önemli ölçüde yitirdiği, siyasi iktidarı eleştiren ve karşı çıkan her kesimin “haklara sahip olma hakkı” yani bir anlamda vatandaşlık hakkından mahrum bırakıldığı, sorumlu kamu görevlilerinin her türlü cezasızlık güvencesinden yararlanır hale geldiği bir ortamda işkence gündelik hayatın içinde herkes tarafından hissedilir, yaygın bir pratik hale getirilmiştir.
Tam da bu nedenlerle, biz insan hakları savunucuları yansıtmaya çalıştığımız bu gerçekliğin değişmesine ve işkencesiz bir geleceğe olan umudumuzu, azmimizi yitirmeden; insanlığa yönelen tüm baskı, işkence ve her türden şiddeti açığa çıkarmaya, belgelemeye ve paylaşmaya devam edecek, insanlığa karşı bir suç olan işkencenin önlenmesi için bütün gücümüz ve irademizle mücadelemizi sürdürecek, işkence edilerek ruhsal ve bedensel bütünlükleri parçalanmaya, susturulmaya sindirilmeye, yaşamdan koparılmaya çalışılan tüm insanların onurlarıyla yaşayabilmeleri için bütün olanaklarımız ve insanın haklarıyla insan olduğu inancımızla yanlarında olmaya devam edeceğimizi bir kez daha paylaşmak isteriz.
Ve elbette işkenceyi sonlandıracağız.
İşkencesiz bir Dünya son derece Mümkündür